ATATÜRK VE MEHMET AKİF'İN ENDÜLÜS ŞİFRESİ


Atatürk, 1913 yılı Temmuz sonlarında Fuat Bulca’ya, evliliğini tebrik etmek amacıyla hayli uzun bir mektup yazmıştır. Söz konusu mektubun bir bölümü aynen şöyledir: “Kardeşim Fuat. Mektubunu aldım. Yüce Tanrı’dan evliliğinin mutlu ve uğurlu olmasını en içten duygularımla dilerim. Yaşam kısadır. Bunu kutlamak ve taçlandırmak için insanların genellikle akla yakın gördükleri yol evliliktir. Bu genel kurala uymayanlar çok azdır. Bunlar da ana kuralın kötülüğünden değil, tam tersi bu güzel kurala uymaktan kendilerini önleyen nedenlerin tutsağı olduklarından, belki evlenmekten korktuklarından çok, karayazılı olanlardır. İnkâr edilemeyecek bir gerçektir ki, insanlar ve yaşam kadınsız olamaz. Evliler yaşamın çok gerekli bir davranışına uymuş, tüm düşünce ve umutlarını bir amaç, bir düzen ve bir hedefe yönlendirebilecek akılcılığı göstermiş olur. Ancak talih, karı ve kocanın ruh ve kalplerine uyum versin. Gönderdiğin ayrıntılı bilgilerden, mektubunun içeriğinden o çok gerekli olan uyumluluğun şimdiden elde edilebileceğine inanılabilir. Yüce Tanrı mutlu etsin kardeşim. Rasim, Hamdi ve diğer arkadaşlar ne âlemdedir? Vatanı kurtarmak için şimdiye kadar olduğumuzdan ziyade gayret ve fedakârlık lazımdır. Endülüs tarihinin son sayfalarını okuyunuz…”
7 yıl sonra… Mehmet Akif, Kurtuluş Savaşı yıllarında Kastamonu Nasrullah Camii’nde verdiği vaazlarla Müslüman halkı Mustafa Kemal’in yanında düşmana karşı direnişe çağırmıştır. Akif’in 5 Kasım 1920 tarihli vaazının bir bölümü aynen şöyledir: “Ey cemaat-i Müslimin! Milletler topla, tüfekle, zırhlı ordularla, tayyareler ile yıkılmıyor; yıkılmaz; milletler ancak aralarındaki rabıtalar (bağlar) çözülerek herkes kendi başının derdine, kendi havasına, kendi menfaatini temin etmek sevdasına düştüğü zaman yıkılır. (…)İslam tarihini şöyle bir gözümüzden geçirecek olursak cenupta, şarkta, şimalde, garpte yetişen ne kadar Müslüman hükümetleri varsa hepsinin tefrika yüzünden, aralarındaki fitneler, fesatlar, nifaklar, şikaklar yüzünden istiklallerine veda ettiklerini, başka milletlerin esareti altına girdiklerini görürüz. Emeviler, Abbasiler, Fatimiler, Endülüslüler. (…) Ağyar eline düşen Müslüman yurtlarının hali bizim için en müessir bir levha-i ibrettir. Endülüs diyarını gözünüzün önüne getirin. O cihanın en mamur, en medeni, en mütefennin iklimi vaktiyle sinesinde on beş milyon Müslüman barındırırken bugün baştan başa dolaşsanız, tek bir dindaşımıza rast gelemezsiniz. Allah’ın vahdaniyetini garbın afakına ikrar ettiren o binlerce minarenin yerlerindeki çan kulelerinden bugün etrafa teslis velveleleri aksediyor. Şevketin, medeniyetin, irfanın, ümranın müntehasına varmışken birbirlerine düşerek vatanlarını üç buçuk İspanyol’a karşı müdafaadan aciz kalan bu zavallı dindaşlarımızdan olsun ibret alalım da İslamın son mültecası olan bu güzel toprakları düşman istilası altında bırakmayalım. Ye’si, meskeneti, ihtirası, tefrikayı büsbütün atarak azme, mücahadeye, vahdete sarılalım…”
Dikkatinizi çekmiştir! Türk ulusunun kalbinde çok özel ve müstesna bir yere sahip olan, “İstiklal önderi” Mustafa Kemal Atatürk ve “İstiklal şairi” Mehmet Akif Ersoy, 7 yıl arayla Endülüs Emevileri’nin yıkılışına dikkat çekmiştir.
Atatürk, Balkan Savaşları ertesindeki zor günlerde, Akif de Kurtuluş Savaşı’nın en zor günlerinde ısrarla Endülüs Emevileri’nin yıkılışını, yok oluşunu hatırlatmıştır. Atatürk’ün Balkan bozgunundan sonra, Akif’in Kurtuluş Savaşınının en sıkıntılı günlerinde Endülüs tarihini hatırlamalarının ardında, her ikisinin de Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılışıyla Osmanlı Devleti’nin yıkılışı arasında bazı önemli benzerlikler, paralellikler görmeleri vardır. Peki ama Atatürk’e kulak verip “Endülüs tarihinin son sayfalarını okuduğumuzda” hangi gerçeklerle karşılaşıyoruz? Ne var Endülüs tarihinin son sayfalarında: İspanya’da Müslümanların kurduğu Endülüs Emevi Devleti, 1492 yılında İspanyollar tarafından yıkılıp tarih sahnesinden silininceye kadar tam 781 yıl ayakta kalmıştır. Endülüs Emevilerin zayıflayıp yıkılmasının belli başlı nedenleri şunlardır: 1. Devlet içindeki kabile ve kavim çatışmaları (etnik çatışmalar), 2. Çocuk yaşta hükümdarların tahta çıkması (Yönetici ve yönetim sorunları), 3. Kurucu unsurun, yönetim ve ordunun kontrolünü kaybetmesi, 4. Yaklaşık 20 yıl süren ve “Büyük Fitne “ diye adlandırılan darbeler dönemiyle toplumun Endülüsler, Sakalibeler ve Yeni Berberiler diye üçe bölünmesi, 5. 1008 yılından itibaren halifeliğin birleştirici değil ayırıcı bir nitelik kazanması, Bu nedenle “Kurtuba eşrafı l03l senesinde hilafet makamının ilgasına ve bu makamı uhdesinde taşıyan Emevi sülalesinin Kurtuba' dan sürülmesine karar vermek zorunda kalmıştır.” 6. 1008 yılından itibaren merkezi otoritenin bozulmasıyla birlikte her şehir, hatta küçük kaleler bile bağımsızlıklarını ilan etmiştir. Böylece Endülüs Emevi Devleti 20 civarında farklı devlete bölünmüştür. Bu “tek devlet” fikrinin yok olmasına neden olmuştur. 7. Endülüs Emevileri’nin parçalanması, devletçiklere bölünmesi, birlik ve bütünlüğü kaybetmesi Hıristiyan İspanyolların iştahını kabartmıştır. İspanyollar, Endülüs'te islamın ve Müslümanların kökünü kazımayı amaçlayan Hıristiyan İspanyolların “megalo ideası” durumundaki "Reconquista"yı yeniden başlatma imkânına kavuşmuştur. 8. İspanyollar önce Endülüs’te kurulan devletçikleri birbirine düşman etmiştir. İspanyol kışkırtmaları sonucu Zunnuniler ile Hudiler, Eftasiller'le Zinnuniler ve Abhadiller'le Ziniler arasında savaşlar çıkmıştır. 9. İspanyollar daha sonra Endülüs’teki bu devletçikleri haraca bağlamıştır. Devletçikler bu haraç vergilerini halktan toplayıp İspanya’ya vermiş, bu durum da fakirleşen halkın isyan etmesine neden olmuştur. 10. İspanyollar bölüp, parçalayıp, haraca bağlayarak ekonomik olarak sömürdüğü Endülüs devletçiklerini tamamen ortadan kaldırmak için Papalığın önayak olmasıyla Endülüs üzerine bir dizi Haçlı Seferi düzenlemiştir. l236'dan 1250 yılına kadar 14 yıllık bir sürede Kurtuba, İşbiliye, Ceyyan, Belensiye, Denia, Şaube, Garb (Algarbe), Santarem şehirleri ve Balear adaları Hıristiyan hâkimiyetine girmiştir. Bu şehirlerden bazılarının işgaline; sırf ellerindeki toprakları korumak amacıyla bazı Müslüman liderler de askerleriyle birlikte katkı sağlamıştır. Sonuçta Endülüs Gırnata’ ya sıkışmıştır. 1492’de Gırnata da İspanyollarca işgal edilmiştir. 11. 1500’den itibaren Endülüs Müslümanları Hristiyan olmaya zorlanmış bunu kabul etmeyenler Hıristiyan İspanyollarca katledilmiş, kadınların, kızların ırzına geçilmiş, Müslüman mabetleri, İslam eserleri yakılmış, yıkılmış ve sonunda İspanya’ daki Müslüman varlığına son verilmiştir. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz değerli bilim insanı Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu da Endülüs Emevi tarihinden ders alınması gerektiğinin altını çizmiştir. Şöyle diyor “Ne Yapmalı?” adlı kitabında: “Yıllar önce merak ettim. Acaba büyük medeniyetler, imparatorluklar tarihten silinmeden önce, silinmelerine beş kala aralarındaki ahali, günlük hayatında ne düşünüyordu? Roma tarihçilerinin, Roma devleti henüz ayakta iken bundan aşağı yukarı 1700 yıl önce yazdıklarını okudum. Sonra Endülüs nasıl battı diye baktım. Ben zannediyordum ki İspanyollar Endülüs’ün tümünü bir çırpıda fethettiler, ahalinin de hepsini kestiler. Öyle ya şimdi oralarda bir tane bile Müslüman yok. Ama meğerse vahim son o şekilde gelmemiş, en az 200 sene sürmüş bitirilmesi. Çok ilginç, Endülüs içerideki işbirlikçilerin yardımıyla adım adım fethediliyor… Endülüs’ün en kuzeyinde bir azize ve kilise kalıntısı bulup bunu Hıristiyanların hac yoluna dönüştürüyorlar. Bu suretle haçlı düşmanının Endülüs topraklarını fethetme hırsı sürekli olarak sıcak tutuluyor. İçerideki bozuk takım da gezim (turizm) ayağına Endülüs’teki eski kilise kalıntılarını ihya etmekle meşguller.” Atatürk, 1913 yılında görmüştür Osmanlı’nın Endülüs gibi yıkıma sürüklendiğini. Bu nedenle “Endülüs tarihinin son sayfalarını okuyunuz!” diyerek uyarmıştır arkadaşlarını… 1913 yılı Osmanlısı gerçekten de birçok bakımdan 1008 yılı sonrasındaki Endülüs’e benzemektedir: Particilik, iç çatışmalar, toplumsal bölünmüşlük ve en önemlisi milliyetçilik rüzgârıyla ve emperyalist kışkırtmalarla bağımsızlıklarını  ilan edip Osmanlı’dan ayrılan devletler, devletçikler… Osmanlı’nın İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeler tarafından kapitülasyonlarla, dış borçlarla, Duyunu Umumiye teşkilatıyla ekonomik olarak sömürülmesi, sırtındaki vergi yükü altında ezilen, ekonomik durumu bozulan halkın hoşnutsuzluğu, her geçen gün artan isyanlar… Bölünmenin, parçalanmanın eşiğinde, iliklerine kadar sömürülen bu toplum yapısıyla 1913 Osmanlısı, gerçekten de Endülüs’ün son zamanlarından farksızdır. Üstelik ikisi de çok uzun süre ayakta kaldıktan sonra Endülüs 700 yıldan fazla, Osmanlı 600 yıl kadar- son birkaç yüzyılda yavaş yavaş çözülmüştür. Atatürk’ten 7 yıl sonra, bu sefer Mehmet Akif, Kurtuluş Savaşı sırasında 1920’de hatırlatmıştır Endülüs Emevilerin yıkılışını… Zamanlaması itibariyle bu da son derece doğru ve yerinde bir hatırlatmadır: Tıpkı bir zamanlar Hıristiyan İspanyolların Endülüs Müslümanlarına yaptıkları gibi Anadolu’yu işgal eden Hıristiyan Yunanlılar, İngilizler, Fransızlar da “böl, parçala, sömür, yönet, yok et” politikası doğrultusunda yerli işbirlikçiler bulmuşlar, insanları birbirine düşman etmeye çalışmışlar, iç isyanlar çıkarmışlar, etnik unsurları kışkırtmaları ve sonunda -tıpkı İspanyolların Endülüs’e yaptıkları gibi- silahlı saldırıya geçip kadınlara, kızlara tecavüz etmeye, camileri yıkmaya, Müslümanları yok etmeye çalışmışlardır. Akif’in dediği gibi, “Tarihi ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar”/ “Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”. Bu günlerde bir kere daha “Endülüs tarihinin son sayfalarını okumanın” tam zamanıdır…•

YAZAN : SİNAN MEYDAN

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BEGONVİL

ANADOLU'DA İLK MOĞOL İSTİLASI

ŞİMDİYE KADARKİ EN İYİ 20 VOLEYBOL FİLMİ