ERDOĞAN TEZİÇ
- KAÇ KEZ MİLLİ OLDUNUZ VE O ZAMANKİ MİLLİ TAKIM İLE İLGİLİ ANILARINIZ VAR MI?
29-30 arası milli takım formasını giydim. Milli takımla ilgili bir çok anım var fakat ilk önce aklıma gelen iki anımdan bahsedeyim.
1) İlk kez 1954 yılında milli formayı giymiştim. O zamanlar henüz lisede idim ve rakibimiz Yugoslavya idi. Maç günü hava şiddetli yağmurlu idi ve o dönem maçlar açık havada oynandığından saha göl gibi idi. Bu yüzden Yugoslavlar önce sahaya yakıt getirerek yaktılar böylece su seviyesi azaldı. Daha sonra sahayı şiş gibi demirlerle delerek suyu emdirdiler ve üstüne kum döktüler. Bu suretle saha çok ağır bir hale geldi ve top gülle gibi oldu. O sıralarda manşet olmadığı için topu ellerimizle karşılıyorduk. Topun ağırlığından ellerimiz kıpkırmızı oldu.
2) 1958 yılında Eskişehir’de Polonya ile karşılaşacaktık.Ben o zamanlar Hukuk Fakültesi’nde okuyordum ve maç final sınavından bir gün önce idi. Maçtan bir gün evvel şiddetli bir yağmur başladı. Maç futbol sahasının voleybol sahasına dönüştürülmesiyle yapılan bir alanda oynanacaktı. Zemine suyu emmesi için kum döküldü ancak bu kaymaya neden oluyordu. Bu yüzden çıplak ayakla oynamak zorunda kaldık. O zamanlar Polonya müthiş bir takımdı, değil maç doğru dürüst set bile vermezlerdi. Maçı oldukça kalabalık bir seyirci kitlesi izliyordu ama bunlar futbol seyircisi idi ve voleybolu bilmiyorlardı. Bu yüzden de aldığımız her sayıda GOOL diye bağırıyorlardı. Seyircinin müthiş desteği ile ilk seti aldık. Polonya takımı şaşkın bir haldeydi ancak daha sonra toparlandılar ve maçı 3-1 kazandılar. Maçtan sonra yenilmiş olmamıza rağmen omuzlardaydık. O zamanlar da milli forma herşeye deyiyordu.
29-30 arası milli takım formasını giydim. Milli takımla ilgili bir çok anım var fakat ilk önce aklıma gelen iki anımdan bahsedeyim.
1) İlk kez 1954 yılında milli formayı giymiştim. O zamanlar henüz lisede idim ve rakibimiz Yugoslavya idi. Maç günü hava şiddetli yağmurlu idi ve o dönem maçlar açık havada oynandığından saha göl gibi idi. Bu yüzden Yugoslavlar önce sahaya yakıt getirerek yaktılar böylece su seviyesi azaldı. Daha sonra sahayı şiş gibi demirlerle delerek suyu emdirdiler ve üstüne kum döktüler. Bu suretle saha çok ağır bir hale geldi ve top gülle gibi oldu. O sıralarda manşet olmadığı için topu ellerimizle karşılıyorduk. Topun ağırlığından ellerimiz kıpkırmızı oldu.
2) 1958 yılında Eskişehir’de Polonya ile karşılaşacaktık.Ben o zamanlar Hukuk Fakültesi’nde okuyordum ve maç final sınavından bir gün önce idi. Maçtan bir gün evvel şiddetli bir yağmur başladı. Maç futbol sahasının voleybol sahasına dönüştürülmesiyle yapılan bir alanda oynanacaktı. Zemine suyu emmesi için kum döküldü ancak bu kaymaya neden oluyordu. Bu yüzden çıplak ayakla oynamak zorunda kaldık. O zamanlar Polonya müthiş bir takımdı, değil maç doğru dürüst set bile vermezlerdi. Maçı oldukça kalabalık bir seyirci kitlesi izliyordu ama bunlar futbol seyircisi idi ve voleybolu bilmiyorlardı. Bu yüzden de aldığımız her sayıda GOOL diye bağırıyorlardı. Seyircinin müthiş desteği ile ilk seti aldık. Polonya takımı şaşkın bir haldeydi ancak daha sonra toparlandılar ve maçı 3-1 kazandılar. Maçtan sonra yenilmiş olmamıza rağmen omuzlardaydık. O zamanlar da milli forma herşeye deyiyordu.
Avrupa voleybol Konfederasyonu’nda görevli iken voleybol oyun kuralları hakkında bir çok fikir tartışmalarında bulunduk. O zamanlar şimdiki gibi her hata sayı getirmiyordu. Önce servisi alacaktınız sonrada sayıyı. Bu durum oyun süresiğni uzattığından ötürü seyredenlerde sıkıntı yaratıyordu.İlk önce setin belli bir zaman dilimi içerisinde oynanması tartışıldı ama bu durum kabul görmedi. Tartışılan bir diğer husus ise setin belli bir sayıya ulaşılıncaya dek oynanması idi ve bu durum daha fazla kabul gördü. Böylece voleybol daha süratli bir hale geldi. Benim düşünceme göre sürmekte olan sette son sayıya dek ümit kesilmez.
Maçları seyretmek, değişimleri izlemek bana çok şey öğretti. Örneğin 1956 Paris Dünya Şampiyonası, 1958 yılında Çekoslovakya’da yapılan Avrupa Şampiyonası ve 1957’de İstanbul’da düzenlenen uluslar arası turnuvalar bana çok şey öğretti.
Ayrıca yurdumuzda çalışan yabancı antrenörler de voleybolumuzun tekniğinin gelişmesine oldukça büyük katkılarda bulundular.
1956 yılında voleybol tek pasörle oynanıyordu daha sonra ise bir takım değişmeler oldu şimdi ise yine voleybol tek pasörle oynanıyor. Bu durum tüm oyuncuların sürekli olarak hareketli olmalarını sağladı ve smaçörlerin daha rahatlamasını sağladı.
-SİZİN OYNADIĞINIZ DÖNEMKİ DERBİLERLE BUGÜNKÜLERİ KARŞILAŞTIRIRSANIZ SİZCE FARKLAR NELER?
Bizim zamanımızda voleybolda üç büyük takım olarak Galatasaray, Beyoğlu ve Darüşşafaka vardı, bu takımlara bazen de Bakırköy katılırdı. Bu yıllardaki derbilerin en önemli özelliği maçların başa baş geçmesiydi. Voleybolcuların kalitelerinin artması bu maçları voleybolcu derbisi haline getirmeye başladı.
Galatasaray ve Fenerbahçe arasında oynanan tüm maçlar oyuncu kalitesi ne kadar farklı olursa olsun hiçbir zaman heyecanını kaybetmezler.
-TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA EN ÇOK BEĞENDİĞİNİZ FAAL VOLEYBOLCULAR HANGİLERİ?
Bu konuda bir isim vermeyi diğer oyunculara saygısızlık olarak görüyorum. Voleybol bir ekip oyunudur ve burada bir hareket yapıp ortadan kaybolamazsınız. ayrıca voleybolda tüm takımın birbirine kenetlenmesi takımın başarısını arttıran bir husustur
Bir voleybol takımını oluşturan oyuncular arasında ne kadar uyum olursa o takım o kadar başarılı olur. Eskiden uzun süreli arkadaşlıklar ve birliktelikler olur ve bu durum başarıyı getirirdi. Yenilmez armadanın oluşmasının en büyük özelliği böyle bir takım olmasıydı. Bugün halihazırda mevcut kadro korunarak ve buna bir iki takviye yapılarak daha iyi bir sonuca ulaşılabilir. Buna en iyi örnek geçen seneden verilebilir. Fenerbahçe Acıbadem Avrupa finalinde İtalyan takımına yenilerek ikinci oldu. Kadrolara tek tek bakıldığında FB daha iyi oyunculardan oluşuyordu ancak yenildiği İtalyan takımının kadrosu uzun süre bir arada oynayan oyunculardan oluşmaktaydı.
GALATASARAY VOLEYBOL TAKIMININ FORMASINI GİYMİŞ OLAN EN ESKİLERDEN BİRİSİNİZ. BÖYLE BİRİ OLARAK NELER YAPILMASINI İSTERSİNİZ?
Alt yapıya gittikçe artan bir önem verilmelidir. Ancak gerekli çalışma takvimi hazırlanırken eğitim programlaması da yapılmalı ve bu şekilde alt yapıdan iyi voleybolcular çıkartılmalıdır. Kısaca Galatasaray oyuncu transfer ederek büyük paralar harcayan bir kulüp yerine oyuncu7 üreten bir kulüp olmalıdır.
Son söz olarak söylemeliyimki voleybol benim meslek hayatımda çok olumlu bir etkide bulunmuştur.
Yorumlar
Yorum Gönder