JOSE MOURINHO'DAN DİEDER DROGBA
Didier Drogba hayatıma Marsilya’nın muhteşem stadyumu Velodrome’da oynadığımız bir Şampiyonlar ligi maçının beşinci dakikasında girdi. Sırtında 11 numarayı taşıyan bu devasa adam golü attığında yerime zorlukla oturabilmiştim. Gol sevincini öyle coşkulu, adeta hayatının son golünü atmışcasına kutluyordu ki zaten var olan düşmanca baskıyı adeta üzerimize atılan ateş toplarına, savaş çığlıklarına çevirmişti. Stat delirmişti, çıkan ses kulakları sağır ediyordu. Devre arasında soyunma odasına giden tünelde onu yakaladım ve “seni alacak kadar param yok, ama Fildişi Sahillerinde senin gibi oynayan bir kuzenin falan var mı?” diye sordum. Üst tur mücadelesinin yüksek atmosferine rağmen güldü, kollarını bana dolayıp sarılarak “bir gün mutlaka beni alabilecek bir takımın başına geçeceksin” dedi.
Altı ay sonra Chelsea ile sözleşme imzaladım. Artık herkesin içinde olmak, oynamak isteyeceği ve istediği herkesi almaya gücü yetecek çok güçlü bir kulüpteydim. Seçenekler çoktu, ama ben kulübe varır varmaz “Drogba’yı istiyorum” dedim. Bu isteğime bazıları kuşku ile baktı. Hatta “neden bu oyuncu, neden diğeri değil, sence adapte olabilir mi, gerçekten iyi bir oyuncu olduğunu düşünüyor musun?” gibi sorular sordular. Cevabım açıktı, “Drogba’yı istiyorum.”
Aradan birkaç gün geçti ve ben Drogba ile Londra yakınlarında özel bir havaalanında buluştum. Bana tekrar sarıldı, ama bu kez sarılmasında unutulmaz bir farklılık vardı: beni adeta minnettarlığını belirtircesine kucaklıyordu ve ben bu kucaklamanın onun hayatında sadece çok değer verdiği kişilere bahsettiği bir sıcaklık olduğunu hissedebiliyordum. Gerçekten kelimelerle anlatılması imkansız bir duyguydu. Bana “Sana çok teşekkür ederim, bundan sonra senin için savaşacağım. Bu kararından hiç pişman olmayacaksın. Sana sonsuza dek sadik kalacağım” dedi. Sonrasında ise tam anlamıyla söylediğini yaptı.
Sadakatini, liderliği ve mücadele etmek zorunda kaldığı her zor anda yaptıkları ile tekrar tekrar kanıtladı. O zor anlar ki önemli olan tek şeyin bana ve takım arkadaşlarına, bizler için orada olduğunu, bizlerin yanımızda, arkamızda olduğunu hissetmemiz gereken, tüm anlardı. Karşımdaki adama her zaman ve her şart altında güvenebileceğimi biliyordum. Baskı yediğimiz anlarda, defanstaki arkadaşlarına yardıma koşan, acı çektiği anlarda kedisini lideri ve takımı için limitlerine kadar zorlayan bir savaşçı idi bu adam. Ve tabi en önemlisi, gollerini attı, attı, ve yine attı. O goller kendisine şampiyonluklar, ödüller, ün kazandırdı. Ama benim için en önemlisi birlikte yaşanan sayısız hatıralarımızdı.
2007 yılı İngiltere Federasyon Kupası finali, Wembley stadyumu. Rakip Manchester United. Sezonun son maçı. Birçoklarına göre de benim Chelsea’nin başındaki son maçım. Mükemmel bir mücadeleydi ve Didier uzatma dakikalarında golünü attı. Son düdük çaldığında herkes deli gibi zaferi kutluyordu, iki kişi hariç. Ben hızla soyunma odasına, eşimi aramaya koşuyordum. Sahadaki zafer kutlamalarına aldırmandan hızla peşimden koşan bir de oyuncu vardı, Didier. Bana sarılabilmek için peşimden koşuyordu. Maç bitmiş, kupa kazanılmıştı ama o sahadan hızla ayrılırken aklında sadece bir tek şey vardı; bir an önce bana sarılabilmek. O tünelde bana sarılırken ilk karşılaşmamızı mı hatırlıyordu? Ya da belki ikinci karşılaşmamızı? Beni son kez kucakladığını mi düşünüyordu? Aklından ne geçiyordu bilmiyorum ama beni buldu, birbirimize sarıldık ve ağladık.
Didier özel bir insan. Ve her zaman söylediğim gibi inanılmaz bir oyuncu. Ama hepsinden önemlisi dünya üzerinde yaptıkları ile, Afrikanın insanı olarak, Fildişi Sahilleri için bir öncü olarak, bir baba olarak, bir evlat ve bir arkadaş olarak çok özel bir insan Didier. Ve sadece bazılarımız onu hayatımızın içine alabilecek kadar şanslı olabildik.
Kupa finalinden birkaç ay sonra Chelsea’den ayrılıyordum. Aynen ilk günkü gibi bana sımsıkı sarılmıştı. Ben konuşamıyordum, Didier ise sadece “bu imkansız, bu gerçek olamaz” diyebiliyordu. Kendimde sadece arkamı dönüp yürüyebilecek kadar güç bulabilmiştim.
Bu ön yazı belki de Didier’in futbolculuğuna odaklanmış bir yazı olmalı. Ama bir lider, kupaların toplayıcısı ve bir yardımsever olan bir futbolcuya odaklanmalı. Bütün bunları sadece yetenekleri, çalışması ve alçakgönüllülüğü ile başardı Didier. O hayatımda takımımda yönettiğim en iyi oyunculardan biri olarak var olacak. Ama daha önemlisi, hayatımdaki en iyi ve unutulmaz arkadaşım olarak varolması.
Birlikte, yan yana, ayni amaç için mi savaşacağız? Uzaklarda mı olacağız? Başka kulüplerde mi? Başka ülkelerde mi? Hatta belki de yıllar sonra Didier futbolu bıraktıktan sonra, bense tekerlekli sandalyemde teknik direktörlük yaparken mi?
Hiçbirinin önemi yok. Didier, her zaman kalbimin en yakınında olacak.
Jose Mourinho.
Altı ay sonra Chelsea ile sözleşme imzaladım. Artık herkesin içinde olmak, oynamak isteyeceği ve istediği herkesi almaya gücü yetecek çok güçlü bir kulüpteydim. Seçenekler çoktu, ama ben kulübe varır varmaz “Drogba’yı istiyorum” dedim. Bu isteğime bazıları kuşku ile baktı. Hatta “neden bu oyuncu, neden diğeri değil, sence adapte olabilir mi, gerçekten iyi bir oyuncu olduğunu düşünüyor musun?” gibi sorular sordular. Cevabım açıktı, “Drogba’yı istiyorum.”
Aradan birkaç gün geçti ve ben Drogba ile Londra yakınlarında özel bir havaalanında buluştum. Bana tekrar sarıldı, ama bu kez sarılmasında unutulmaz bir farklılık vardı: beni adeta minnettarlığını belirtircesine kucaklıyordu ve ben bu kucaklamanın onun hayatında sadece çok değer verdiği kişilere bahsettiği bir sıcaklık olduğunu hissedebiliyordum. Gerçekten kelimelerle anlatılması imkansız bir duyguydu. Bana “Sana çok teşekkür ederim, bundan sonra senin için savaşacağım. Bu kararından hiç pişman olmayacaksın. Sana sonsuza dek sadik kalacağım” dedi. Sonrasında ise tam anlamıyla söylediğini yaptı.
Sadakatini, liderliği ve mücadele etmek zorunda kaldığı her zor anda yaptıkları ile tekrar tekrar kanıtladı. O zor anlar ki önemli olan tek şeyin bana ve takım arkadaşlarına, bizler için orada olduğunu, bizlerin yanımızda, arkamızda olduğunu hissetmemiz gereken, tüm anlardı. Karşımdaki adama her zaman ve her şart altında güvenebileceğimi biliyordum. Baskı yediğimiz anlarda, defanstaki arkadaşlarına yardıma koşan, acı çektiği anlarda kedisini lideri ve takımı için limitlerine kadar zorlayan bir savaşçı idi bu adam. Ve tabi en önemlisi, gollerini attı, attı, ve yine attı. O goller kendisine şampiyonluklar, ödüller, ün kazandırdı. Ama benim için en önemlisi birlikte yaşanan sayısız hatıralarımızdı.
2007 yılı İngiltere Federasyon Kupası finali, Wembley stadyumu. Rakip Manchester United. Sezonun son maçı. Birçoklarına göre de benim Chelsea’nin başındaki son maçım. Mükemmel bir mücadeleydi ve Didier uzatma dakikalarında golünü attı. Son düdük çaldığında herkes deli gibi zaferi kutluyordu, iki kişi hariç. Ben hızla soyunma odasına, eşimi aramaya koşuyordum. Sahadaki zafer kutlamalarına aldırmandan hızla peşimden koşan bir de oyuncu vardı, Didier. Bana sarılabilmek için peşimden koşuyordu. Maç bitmiş, kupa kazanılmıştı ama o sahadan hızla ayrılırken aklında sadece bir tek şey vardı; bir an önce bana sarılabilmek. O tünelde bana sarılırken ilk karşılaşmamızı mı hatırlıyordu? Ya da belki ikinci karşılaşmamızı? Beni son kez kucakladığını mi düşünüyordu? Aklından ne geçiyordu bilmiyorum ama beni buldu, birbirimize sarıldık ve ağladık.
Didier özel bir insan. Ve her zaman söylediğim gibi inanılmaz bir oyuncu. Ama hepsinden önemlisi dünya üzerinde yaptıkları ile, Afrikanın insanı olarak, Fildişi Sahilleri için bir öncü olarak, bir baba olarak, bir evlat ve bir arkadaş olarak çok özel bir insan Didier. Ve sadece bazılarımız onu hayatımızın içine alabilecek kadar şanslı olabildik.
Kupa finalinden birkaç ay sonra Chelsea’den ayrılıyordum. Aynen ilk günkü gibi bana sımsıkı sarılmıştı. Ben konuşamıyordum, Didier ise sadece “bu imkansız, bu gerçek olamaz” diyebiliyordu. Kendimde sadece arkamı dönüp yürüyebilecek kadar güç bulabilmiştim.
Bu ön yazı belki de Didier’in futbolculuğuna odaklanmış bir yazı olmalı. Ama bir lider, kupaların toplayıcısı ve bir yardımsever olan bir futbolcuya odaklanmalı. Bütün bunları sadece yetenekleri, çalışması ve alçakgönüllülüğü ile başardı Didier. O hayatımda takımımda yönettiğim en iyi oyunculardan biri olarak var olacak. Ama daha önemlisi, hayatımdaki en iyi ve unutulmaz arkadaşım olarak varolması.
Birlikte, yan yana, ayni amaç için mi savaşacağız? Uzaklarda mı olacağız? Başka kulüplerde mi? Başka ülkelerde mi? Hatta belki de yıllar sonra Didier futbolu bıraktıktan sonra, bense tekerlekli sandalyemde teknik direktörlük yaparken mi?
Hiçbirinin önemi yok. Didier, her zaman kalbimin en yakınında olacak.
Jose Mourinho.
Yorumlar
Yorum Gönder