YERALTINDA DEĞERLİ MADENLER
Eğer 20.
yüzyılın tarihini tek bir kelimeyle özetlemek zorunda kalsaydık, o kelime
muhtemelen "Petrol" olurdu. Savaşlar onun için çıktı, sınırlar ona
göre çizildi, dev ekonomiler onun üzerine kuruldu. Ancak takvim yaprakları
değişti ve sessiz sedasız yeni bir çağın kapısını araladık. Artık dünyanın en
güçlü ülkelerinin, en büyük şirketlerinin ve en hırslı liderlerinin gözü siyah
sıvıda değil; periyodik tablonun en ücra köşelerinde saklanan, isimlerini
telaffuz etmekte bile zorlandığımız metallerde.
Bugün,
lityum, kobalt, neodim veya paladyum gibi elementler; dedenizin bildiği altın
veya gümüşten çok daha stratejik bir anlama sahip. Hafta sonu kahvenizi
yudumlarken, cebinizdeki telefondan garajınızdaki (veya hayalinizdeki)
elektrikli arabaya, hatta ulusal güvenliğinize kadar her şeye dokunan bu
"yeni petrol"ün hikayesine, jeopolitik satrancına ve Türkiye’nin bu
denklemdeki yerine bir göz atalım.
Bir an için
modern hayatı durdurduğumuzu hayal edin. Akıllı telefonlar, dizüstü
bilgisayarlar, elektrikli araçlar, MR cihazları, fiber internet kabloları…
Hepsini ortadan kaldırırsanız geriye ne kalır? 1950'lerin mekanik dünyası. İşte
bu devasa teknolojik sıçramayı mümkün kılan şey yazılım kodları gibi görünse
de, o kodların çalıştığı donanımın iskeleti "Kritik Mineraller"dir.
Örneğin, şu
an bu yazıyı okuduğunuz ekranın dokunmatiği İndiyum sayesinde çalışır. Titreşim
motoru Neodim mıknatısı kullanır. Bataryası Lityum ve Kobalt ile hayat bulur.
Yani, "dijitalleşme" dediğimiz o soyut bulut, aslında yerin yüzlerce
metre altından çıkarılan somut kayalara göbekten bağlıdır.
Bu durum,
savunma sanayii için de geçerlidir. Bir F-35 savaş uçağının havalanabilmesi
için yaklaşık 400 kilogram nadir toprak elementine ihtiyacı vardır. Gelişmiş
bir füze sisteminin hedefini bulması, radar sistemlerinin çalışması; tamamen bu
"nadir" elementlerin varlığına bağlıdır. Dolayısıyla mesele sadece
"daha hızlı telefon" değil, aynı zamanda "daha güvenli bir
ülke" meselesidir.
Son 30 yılda
ABD ve Avrupa, "kirli ve zor iş" olarak gördükleri madenciliği ve
maden işlemeyi kendi topraklarından uzaklaştırdı. "Bırakalım Çin yapsın,
biz ucuza alalım" mantığı, kısa vadede karlıydı. Ancak bugün gelinen
noktada Çin, nadir toprak elementlerinin işlenmesinde %90'a varan bir pazar
hakimiyeti kurdu.
Trump’ın (ve
aslında Pentagon’un) gördüğü kabus şudur: Eğer Pekin, yarın sabah "Artık
ABD'ye Galyum satmıyorum" derse, Silikon Vadisi durur, savunma sanayii
kilitlenir. İşte Trump'ın "yerli üretim" ve "maden
güvenliği" konusundaki obsesyonunun arkasında, bu stratejik bağımlılığı
kırma arzusu yatıyor. Bu, sadece ticari bir rekabet değil; 21. yüzyılın soğuk
savaşının ana cephesi.
Dünya
haritasını değerli madenlere göre yeniden çizerseniz, sınırların değiştiğini
görürsünüz.
Suudi
Arabistan petrolde neyse, Avustralya ve Şili lityumda odur. Kongo, bataryaların
vazgeçilmezi olan kobaltta tekel durumda. Ancak burada ilginç bir paradoks var:
Kaynağa sahip olmak zenginlik getirmiyor, o kaynağı "işleyebilmek"
güç getiriyor.
Çin'in
başarısı burada gizli. Çin, madenlerin çoğunu kendi toprağından çıkarmıyor;
Afrika'dan, Güney Amerika'dan alıyor, kendi tesislerinde işliyor ve dünyaya
"yarı mamul" veya "son ürün" olarak satıyor. Tıpkı kahve
çekirdeğini ucuza alıp, işleyip paketleyerek pahalıya satan global kahve
zincirleri gibi.
Türkiye,
jeolojik olarak "Tetis Metalojen Kuşağı" üzerinde yer alıyor. Bu
süslü jeolojik terim, "altımızda ciddi bir potansiyel var" anlamına
geliyor.
Zaten
biliyoruz; Bor madeninde dünyanın tartışmasız lideriyiz (%73 rezerv). Yıllarca
"Bor'u işleyemiyoruz, deterjan yapıyoruz" efsaneleriyle büyüdük ama
gerçek şu ki, Bor artık savunma sanayiinden enerjiye kadar yüksek teknolojili
alanlarda kullanılıyor ve Türkiye bu konuda stratejik bir oyuncu.
Ancak asıl
heyecan verici gelişme, Eskişehir Beylikova’da keşfedilen Nadir Toprak
Elementleri (NTE) rezervi. Yapılan açıklamalar, buranın Çin’den sonraki en
büyük ikinci rezerv olabileceğini işaret ediyor. Bu, Türkiye için bir
"piyango" olabilir.
Fakat burada
temkinli bir iyimserlik gerekiyor. Yukarıda bahsettiğimiz gibi; madeni bulmak
işin sadece %20'sidir. Asıl mesele, o toprağı alıp içindeki elementleri %99.9
saflıkta ayrıştıracak teknolojiyi kuruyor. Bu teknoloji pahalı, çevresel
riskleri var ve yüksek mühendislik gerektiriyor. Eğer Türkiye, Beylikova'da
sadece maden çıkaran değil, onu "işleyen" ve "uç ürüne
dönüştüren" tesisleri tam kapasiteyle hayata geçirebilirse, önümüzdeki 10
yıl içinde Türkiye ekonomisi için bambaşka bir hikaye yazılabilir.
Bir iş
insanı gözüyle bakarsak, ne kadarlık bir pastadan bahsediyoruz?
Uluslararası
Enerji Ajansı verilerine göre, temiz enerji teknolojileri için gereken kritik
mineral pazarı şimdiden 320 milyar doları aştı. Ancak bu rakam sizi
yanıltmasın. Bu sadece "tuzun" fiyatı. O tuzun girdiği
"yemeğin" (yani elektrikli araçlar, rüzgar türbinleri, savunma
sistemleri, tüketici elektroniği) pazar büyüklüğü trilyonlarca dolar.
Daha da
önemlisi, bu sektör "doygunluğa ulaşmış" bir sektör değil. Tam
tersine, yolun başındayız. Dünyadaki tüm araçların elektrikliye dönmesi, tüm
enerjinin yenilenebilir olması hedeflerini düşündüğünüzde, bakıra, lityuma ve
nikele olan talebin önümüzdeki 20 yılda %400 ile %4000 arasında artması
bekleniyor. Dünya tarihinde böyle bir talep patlaması nadir görülür.
Gelecek;
sadece yazılımda, yapay zekada veya uzayda değil; ayaklarımızın altında,
periyodik tablonun o karmaşık elementlerinde yatıyor.
Ülkeler için
yeni güç denklemi, "Ordun ne kadar büyük?" sorusundan "Tedarik
zincirin ne kadar güvenli?" sorusuna evriliyor. Türkiye gibi gelişmekte
olan ülkeler için bu, tarihi bir fırsat penceresi. Sadece hammadde tedarikçisi
olmak ile teknoloji üreticisi olmak arasındaki ince çizgiyi, madenlerimizi
nasıl değerlendireceğimiz belirleyecek.
Belki de bir
sonraki yatırımınızı düşünürken veya dünyadaki siyasi krizleri izlerken,
perdenin arkasında bu sessiz metallerin savaşını hatırlamak olaylara daha net
bir perspektiften bakmanızı sağlayabilir.
Bu
madenlerin önemi "ikame edilemez" olmalarından ve "geleceğin
teknolojilerini" çalıştırmalarından gelir.
• Enerji
Dönüşümü: Petrolsüz bir dünya hayali (elektrikli araçlar, rüzgar türbinleri)
lityum, kobalt ve bakır olmadan imkansızdır.
• Dijitalleşme: Kullandığımız her mikroçip, akıllı telefon ve veri merkezi bu
madenlere muhtaçtır.
• Stratejik Güç: Bu madenlere sahip olmayan ülkeler, sanayilerini dışa bağımlı
hale getirir.
Coğrafya
kaderdir sözünün en net görüldüğü alanlardan biridir.
• Çin:
Sadece rezerv değil, işleme kapasitesi konusunda dünya lideri. Nadir toprak
elementlerinin (NTE) işlenmesinde %80-90 pazar payına sahip.
• Avustralya: Lityum devi.
• Şili & Peru: Bakırın ana vatanı.
• Demokratik Kongo Cumhuriyeti: Kobaltın kalbi (fakat etik ve siyasi sorunlarla
boğuşuyor).
• Rusya: Paladyum ve Nikel konusunda kilit oyuncu
Türkiye,
jeolojik yapısı (Tetis Metalojen Kuşağı) nedeniyle oldukça potansiyelli bir
ülkedir.
• Bor:
Dünyadaki rezervin yaklaşık %73'ü Türkiye'dedir. Stratejik bir üstünlüktür.
• Krom, Mermer ve Altın: Ciddi bir üreticidir.
• Nadir Toprak Elementleri (NTE): Eskişehir Beylikova'da keşfedilen rezerv
(dünyanın en büyük ikinci rezervi olduğu belirtiliyor), Türkiye'yi bu ligde
"oyun kurucu" yapma potansiyeline sahiptir. Ancak burada kritik olan
madeni çıkarmak değil, onu saflaştıracak teknolojiyi kurmaktır.
Trump'ın bu
konuya obsesyonu "ekonomi"den ziyade "Ulusal Güvenlik" ile
ilgili.
• Bağımlılık
Korkusu: ABD savunma sanayii (F-35 uçaklarından füze sistemlerine kadar)
Çin'den gelen minerallere bağımlı. Trump bunu bir "zayıflık" olarak
görüyor.
• Ticaret Savaşı: Çin'in elindeki maden kozunu ABD'ye karşı bir silah olarak
kullanmasını engellemek için kendi tedarik zincirini (veya dost ülkelerin
zincirini) kurmak istiyor.
• "Make America Great Again": Madenciliği geri getirerek ABD içinde
istihdam yaratma hedefi taşıyor.
• Lityum,
Kobalt, Nikel: Elektrikli araç bataryaları.
• Nadir Toprak Elementleri (Neodim, Disprozyum): F-35 savaş uçaklarının motor
mıknatısları, güdümlü füzelerin yönlendirme sistemleri, rüzgar türbinleri.
• Galyum ve Germanyum: Yarı iletkenler (çipler), radarlar, gece görüş
gözlükleri.
• Titanyum: Havacılık gövdeleri.
Bu sektörün
maddi boyutu hızla büyüyor.
• Enerji
dönüşümü odaklı kritik mineraller pazarının büyüklüğü son 5 yılda ikiye
katlanarak 320 Milyar Dolar seviyesini aştı.
• Ancak bu sadece hammadde değeri. Bu madenlerin mümkün kıldığı "son
ürün" ekonomisi (EV, Çip, Savunma) Trilyon Dolarlar ile ifade ediliyor.
KAYNAK business.kapsul.com.tr

Yorumlar
Yorum Gönder