AJAX, HOLLANDALILAR VE SAVAŞ




Hollanda futbolu 1954 yılına kadar amatördü ama savaştan önce bile Ajax en tepedeki kulüplerden biriydi. Kulübün sahası Yahudi mahallesinin birkaç mil doğusundaydı ama mahalle sakinlerinden ancak bir avuç kişi gerçekten Ajax’ta oynamayı düşleyebilirdi. Çünkü, Ajax’ı çamurlu şortlarla temsil edemeyeceğiniz için her Pazar akşamı yıkanması gereken bir futbol çantanız ve malzemeleriniz olmalıydı. Buna insanın kesesi el vermezdi. Savaştan önce Ajax’a üye Yahudiler, Anne Frank’ın ailesi gibi tüccar ailelerinden gelen daha varlıklı kişilerdi, Yahudi mahallesinde değil güney Amsterdam’ın zengin kesimlerinde yaşıyorlardı. Ama mahalledeki pek çok insan, Pazar günleri antreman sahasına gidebilsin gidemesin Ajax’ı tutuyordu.

Ajax’ın Yahudiler için ne ifade ettiğini en güzel Abraham Roet açıkladı. Roet, 1946’da Hollanda’dan ayrılmış olan ve bugün Tel Aviv yakınlarında yaşayan bir Yahudi. Savaştan önce Roet ve kardeşleri, ceketlerini giyer, kravatlarını ve berelerini takar, geleneklerine bağlı babaları tarafından Ajax maçına götürülürmüş. Hala sezonluk Ajax biletini saklayan Roet,  Ajax’ı hiçbir zaman bir Yahudi kulübü olarak görmez. Mesele o değilmiş. Daha ziyade, Ajax Yahudilerle Yahudi olmayanların buluştuğu bir yermiş. Statta, Yahudi olmayanlardan oluşan bir insan denizinin içinde yoksul Yahudileri, zengin Yahudileri, orta halli Yahudileri, hepsi de aynı kulüp için tezahürat yaparken bulabilirmişsiniz. Çeşit çeşit insanın kaynaştığı bir potaymış orası.

Ajax’taki bir Yahudi kendisini Amsterdam’ın bir parçası hissedermiş. Orada korunurmuş. 1938’de Admira Vienna’ya karşı oynanacak bir maç için gamalı haç taşıyan bayrak stada çekildiğinde ve Viyanalı oyuncular Hitler selamı verdiğinde, Ajax taraftarları onları öfkeyle ıslıklamış, bazılarıysa stadı terk etmiş. Savaş öncesindeki Ajax’ı anlamak Amsterdam’ın Şubat Grevi’ni anlamayı kolaylaştırıyor. 1941’de bir buçuk gün boyunca kentteki çalışan nüfus Yahudilerle gönül birliği ederek aletlerini bırakmış. Yahudi olmayanlar, okuldan, çarşıdan, Ajax tribünlerinden Yahudi olanları tanıyordu. Şubat Grevi, II.Dünya Savaşı Avrupası’nda türünün tek örneğidir.

Futbol 1930’larda siyasete dönüştü. Amaçlar, uluslararası karşılaşmalara daha önce taşımadıkları bir anlam yükledi.  Uluslararası sporun başrolde olduğu ilk on yıldı bu. 1920’lerde ne Galler ne de Kuzey İrlanda, Britanyalı olmayan takımlara karşı tek bir maç bile oynamamıştı; İskoçya da, 1929’da yazın kısa süreli bir Avrupa turuna çıkana kadar aynı durumdaydı. İngiltere bile bütün on yıl boyunca yabancı takımlarla yalnızca on sekiz maça çıkmıştı.

Almanya’nın Hitler’den önceki yirmi beş yılda yaptığı karşılaşmaların sayısı bile, I.Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda rakip bulmakta güçlük çektikleri hesaba katıldığında, düşük sayılabilir.

1920’lerin sonunda futbol, zengin insanlar için marjinal bir etkinlik olmaktan çıkıyordu. Yaşlı kıta I.Dünya Savaşı’ndan sonra toparlandıkça, ulaşım ilerledikçe ve insanlar kentlere yerleşmeyi sürdürdükçe, fabrikalardaki çalışma saatleri azaldıkça futbol oynamaya başladılar. Fransa’da kayıtlı oyuncu sayısı 1921’den 1926’ya yaklaşık yüz bin arttı. Almanya ve İtalya’da büyük sahalar yapıldı, gazeteler spor servisleri kurdu. İtalyan futbolseverler maçlar için deplasmana bile gitmeye başladı. 1929’da Mussolini’nin hükümeti bir ulusal lig oluşturdu.

 Naziler ve İtalyan Faşistleri futbol hakkında ne düşünürse düşünsün, insanları el bombası atmak için futboldan vazgeçmeye ikna etmeyi başaramadılar, kısa süre sonra da uğraşmayı bıraktılar. Faşistler birkaç İtalyan kulübüne İngilizce adlarını bıraktırdı. (AC Milan, Milano oldu, Internazionale’ye Ambrosiana adı verildi.) sonra da futbol oyununu benimsedi. Naziler iktidarı ele geçirdiği zaman, 30 Ocak 1933’te aynı şeyi yapmaya başlıyorlardı.

Siyasal önemi genel olarak anlaşılmış ilk modern spor olayı 1936’daki Berlin Olimpiyatları idi. Jesse Owens’a altın madalya vermekten kaçınarak stadı rüzgar gibi terk eden Hitler üstüne yeterince yazılıp çizilmiştir. Daha az bilinen olay, Hitler’in bir futbol maçını da terk ettiğidir. Hitler’le birlikte maçı izleyen Goebbels şöyle yazacaktı: Tam bir gerilim. Kalabalık kuduruyor. Eşi görülmemiş bir mücadele. Kitleye telkin yöntemi olarak futbol.

Ama Almanya 2-0 yenildi. Bütünüyle hak edilmiş değildi diye yazıyordu Goebbels günlüğüne. Alman forvet Willy Simetsreiter, başlama vuruşundan hemen önce Hitler’in soyunma odasına gelmesi yüzünden bozguna uğradıklarını söyleyecekti. Hitler bir daha hiçbir futbol maçı seyretmeyecekti.

11 Mayıs 1938’de Berlin maçı öncesinde İngiliz tur kafilesi Liverpool Street istasyonunda buluştu. Harwich’e trenle gidip oradan feribotla Hollanda’daki Hook’a geçtiler, oradan da bir başka trenle Berlin’e gittiler. Yolculuk yaklaşık 24 saat sürdü.

Bu arada İngiliz yetkilileri, takımın Hitler selamı verip vermeyeceği sorununu çözümlemeye çalışıyordu. Bu, 1930’larda yaşanan ortak bir sorundu, Almanya ile karşılaşan her spor takımının alması gereken bir karardı. 1936’da bir İspanya-Almanya maçının başlama vuruşu yarım saatten fazla gecikmişti çünkü her iki taraf da Deutschland über Alles’in çalınıp çalınmayacağı ve Almanların Hitler selamı verip vermeyeceği konusunda tartıştı.

İngilizler Berlin’de selam vermekten kaçınabilirdi. Ama tam o sırada Almanya ile İngiltere arasında savaş çıkması çok mümkün görünüyordu. Birkaç hafta önce Almanya, Avusturya’yı ilhak etmişti. O günün deyişiyle Avrupa’yı tutuşturmak için bir kıvılcım yeterliydi. Savaştan uzak durmaya şayet bir selam yetiyorsa eh….

Federasyon’un genel sekreteri Stanley Rous çeşitli nedenlerden ötürü, selam verilmesinden yanaydı. İki yıl önce, Berlin Olimpiyatları’ndaki geçit töreninde Rous, Almanlardan oluşan kalabalığın İngiliz takımına sırf Hitler’e dosdoğru baktığı için tezahüratta bulunduğunu görmüştü.  Selam vermenin kalabalığı iyi bir havaya sokacağı kanısındaydı. İngilizlerin Berlin maçına ilişkin anılarına da bu selam egemen olmuştu. Stanley Matthews, Nasıl Olmuştu adlı kitabında, İngiltere takımını Nazi selamı verirken gösteren fotoğraf, teker teker her oyuncunun ve bütün İngiltere’nin ebedi utancı olarak ertesi gün dünya gazetelerinde yayınlandı diye yazdı.

Hem Eddie Hapgood hem de Stanley Matthews otobiyografilerinde klasik İngiliz anlatımıyla maça uzunca yer vermişlerdi: İngiliz oyuncuları selam vermek zorunda kalmamak için mücadele etmişti, selamlamak büyük bir hataydı. Olimpiyat Stadı aslan ini gibiydi, Alman oyuncularıysa galibiyetten emin küstah Ari canavarlardı. Kaptan Hapgood, Federasyon görevlilerinin maçtan hayli önceki bir toplantıda, kendisine, oyuncuların selam vermek zorunda olacağını söylediklerini hatırlıyor ve şöyle karşılık verdiğini ileri sürüyor: Biz Britanya İmparatorluğu’na mensubuz ve Nazi selamı vermemiz için herhangi bir neden göremiyorum. Ama sonra durumu kabullenmiş ve öbür oyunculara bildirmiş. Matthews ise oyunculara haberin ilk olarak soyunma odasında, bir federasyon görevlisi tarafından iletildiğini ileri sürüyor: İngiliz takımının bütün oyuncuları sinirden mosmor kesilmişti ve ben de dahil hepimiz bu duruma kesinkes karşı çıkıyorduk. Herkes bir ağızdan bağırıyordu. Normalde saygılı, özverili bir kaptan olan Eddie Hapgood yetkiliye parmağını sallayarak Nazi selamını münasip bir yerine sokabileceğini söyledi.

Sahaya çıkışlarını ise Hapgood şöyle yazıyor: Alman takımı koşarak sahaya çıktığında 110.000 kişilik kalabalığın zafer kazanmış gibi sevinçli havasını hissedebiliyordunuz. Müthiş bir gürleme selamladı Almanları. Matthews ise şöyle diyor: Eğer spor uğruna insanlar kendilerini yalıtılmış ve yurtlarından çok çok uzaklarda hissettiyse, onlar o gün Berlin’deki İngiliz takımı oyuncularıydı. Tıka basa dolu tribünlerdeki her taraftarda svastikanın adeta küçük bir modeli vardı ve İngiliz takımı sahaya çıktığında ortak bir meydan okuma gösterisi olarak bu haçları havaya kaldırdılar.

Sonra oyuncular selam vermişler. Bütün bu olanların tek komik tarafı, biz yalnızca bir yöne doğru selam verirken Alman takımı sahanın dört köşesine doğru selam durmuştu diyor Hapgood. Matthews’un anımsadığına bakılırsa İngilizlerin hareketi kalabalığı yatıştırmaya yaramamış ve tribünler bütün maç boyunca düşmanca bir tutum sürdürmüşler. İngiliz takımından Len Goulden’in uzak mesafeden müthiş bir voleyle kaydettiği golün ardından olanları Matthews şöyle anlatıyor: Kalabalık Olimpiyat Stadı’nın tribünleri bir ipe dizili ölü balıklar kadar cansız, kıpırtısız kalakaldı. Len kollarını kaldırıp koşarak Hadi bakalım şimdi de buna selam dursunlar! diye bağırıyordu. Hem Hapgood hem de Matthews’un iştahla uzun uzadıya anımsadığı şey, İngiltere’nin Almanya’yı 6-3 yenmesidir. Almanya, 1968’de Hannover’de 1-0’lık bir galibiyet alana kadar herhangi bir Alman takımı İngiltere’yi yenemeyecekti.

3 Nisan 1938’de, Avusturyalılar iltihak oylamasından bir hafta önce, iki ülke Viyana’da bir maç oynadılar. Muhtemelen maçın berabere bitmesi isteniyordu ama Avusturya 2-0 kazandı ve altmış bin Viyanalı seyirci galibiyeti öyle kendinden geçerek kutladı ki bir Alman gazetesi Avusturya’lıların milliyetçiliği karşısında duyduğu şaşkınlığı ifade eder. Ne var ki bir hafta sonra Avusturyalıların %99.75 i iltihakdan yana oy kullandı.

4 Haziran’da 1938 Dünya Kupası Fransa’da başladı. Naziler bu olayın iltihakın kutlanmasına vesile olmasını istiyordu. Sepp Herberger her maçta sahaya 6 Alman 5 Avusturyalı ya da 6 Avusturyalı 5 Alman çıkarma emrini almıştı. Dönemin en iyi takımlarından ikisini birleştirmek, Dünya Kupası’nda zafer kazanmayı garantileyecek ve Hitler’in istilasını haklı çıkaracaktı.

İki ülke Paris’te Parc des Princes’teki Dünya Kupası açılış maçında 1-1 berabere kaldı. 1938’de Fransızlar Nazi Almanyası konusunda gerçeği anlamaya başlamıştı, seyirci kalabalığı Alman selamıyla alay etti, maç boyunca oyuncuları şişe, yumurta ve domates yağmuruna tuttu. İtalyan takımı Marsilya’ya vardığında Fransız antifaşistleri ve İtalyan sürgünlerinden oluşan bir kalabalığın protestolarıyla karşılandı ama İtalya yoluna devam ederek Dünya Kupası’nı kazandı. Almanya İsviçre ile oynadığı tekrar maçında bu ülkeye 4-2 yenilerek evine döndü.

Paris’teki bozgun, iki ülkeyi birleştirmenin zorlukları konusunda açık bir ders vermişti. Alman ve Avusturyalı oyuncular kaynaşmayı becerememişti: Almanlar Avusturyalıların küstah olduğu kanısındaydı, çünkü Avusturyalılar profesyonel ücret pazarlığı yaparken Almanlar amatörlükten vazgeçmemişti.

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BEGONVİL

ANADOLU'DA İLK MOĞOL İSTİLASI

ŞİMDİYE KADARKİ EN İYİ 20 VOLEYBOL FİLMİ