BURA BENİM SAVAŞI
Her şey bir haydutun Bura benim lan! demesiyle başladı. Sonra arkası geldi; Abi büyüksün ama bura yetmez, yardım edelim
şura da senin olsun, biz de ufaktan payımızı alalım dedi, az güçlü ama çok
kalabalık yancılar.
Orayı da aldılar, oradaki herşeyle beraber. Yerleri
alınanlardan bir ikisi, Ya nasıl
sizinmiş? Biz oturuyorduk burada! diye sesini çıkartacak oldu, ağzını
yüzünü kırdılar. Sesi çıkanların bir kısmı göçtü gitti, bir kısmı bahçesindeki
hasadın belli miktarını hayduta ve taifesine vermek koşuluyla orada kaldı. Hem
fena mı? Haydutlar onları diğer haydutlardan koruyorlardı.
Oranın yerlisi bazı küçük haydutlar gıcık oldukları
yan komşularının yerlerine çoktan göz dikmişlerdi. Haydut taifesini hedef
gösterdiler; şura da onların oldu. Herkes gidince şu bahçe küçük haydutlara
kaldı.
Çete büyüdü, küçük bahçeler yetmez oldu. Şu dağ ne
güne duruyordu? Eğer dağı vermezlerse döverlerdi. Verdiler, yine de dövdüler.
Maksat cümle aleme ders olsun. Oldu da.
İşler büyüdükçe baş haydut ortalıkta dolanan küçük
yancı haydutlardan haklı olarak farklı olmak istedi. Zaten baş yancısının
dediği gibi, o haydut filan değildi. Her şeyin başında, rüyasında o ilk Bura benim lan! dediği yeri görmemiş
miydi? Görmüş müydü? E görmüşümdür herhalde
dedi.
Az şey miydi, kutsal bir haktı onunki. O yüzden
haydut değil, olsa olsa Reis filan olabilirdi. Bir kese altın verildi, çevrenin
en büyük şairi bulundu. Reis’in Muhteşem
Hikayesi şiiri yazdırıldı. Öyle bir yazmıştı ki şair, öyle övmüştü ki; vallahi
de billahi de Reis bile kendisinin bu kadar muhteşem olduğundan habersizdi.
Yine de zaman geçecek, derenin ötesindeki diğer
reisi ve adamlarını iyice benzetip topraklarını aldıklarında, İki derenin ve yüce dağın kudretli sahibi
ünvanına yakışacak başka bir şiir yazılacaktı… Yazıldı da. Her şey, cihanın hakimi, dertlilerin dermanı, suçluların gazabı Yüce
Reis’in bir gece rüyasında, dünyanın ona altın bir tepside sunulduğunu
görmesiyle başladı…
Yorumlar
Yorum Gönder