MİNYATÜDEN RESME



Türkçedeki ve Türkiye’deki Binbir Gece Masalları’nın serüveni geç ve güç başlamış, bugüne gelene dek doğurgan bir gelişme gösterememiştir. Buna karşılık Batı dünyasındaki doğum yerinin İstanbul olmasıyla avunabiliriz. Masallardan ilk seçmeyi içeren ilk cildi 1704’te yayımlayan Antoine Galland, yaklaşık 15 yıl boyunca Fransa kralının resmi temsilcisi sıfatıyla İstanbul’da yaşamış, Osmanlı kentlerinde dolaşmış, Binbir Gece’nin elyazmalarından birine ulaşarak çeviri çalışmasına Boğaziçi kıyılarında girişmişti.

Binbir Gece Masalları’nın neredeyse tükenmez bir kuyudan çekip çıkarıldığı bir gerçek. Hind’in, Acem dünyasının, peşi sıra Arap hayal gücünün üstüne, zaman içinde gitgide zenginleşerek inşa edilen bu müziğin yayılma süreci de bir labirenti andırır.

Galland’ın Avrupa’ya taşıdığı yapıt, eksik bir elyazmasının kusurlarını taşıyordu; her şeyden önce, masalların içine serpilmiş 1250 şiire yer vermemişti  bu versiyon. Gene de, bütün Batı dünyasında ve Japonya’da geniş yankılar bıraktı, yeni çeviri çalışmalarını tetikledi.

Arap dünyası, masallarla 9.yüzyılda Irak’ta ortaya çıkan ve Acemce özgün yazmaşı kaybolmuş olan çevirisi sayesinde tanışmıştır. Galand’ın kullandığı 15.yüzyıl el yazması, bugüne dek ulaşılmış olan en eski versiyondur. İngilizler, ilk çeviriyi 1706’da yapmakla birlikte, asıl ünlü versiyon için Richard Burton’un 1885-1888 arası gün ışığına çıkan, neredeyse eksiksiz olan çevirisini beklemişlerdir. Arapçaya ilk kapsamlı aktarım, ancak 1814 yılında yapılabilmiş ve eser Kalküta’da basılmıştı. Bunu 1835’te Kahire’de gerçekleştirilen iki ciltlik çeviri izlemiştir.

Binbir Gece Masalları, Türkçe çevirisi dahil şimdiye dek 14 dile çevrilebildi. Galland’ın çevirisi çoktan tarihe devredilmiş durumda.

Paris’teki  Arap Dünyası Enstitüsü’nde 2013 yılı başında açılan Binbir Gece Masalları sergisi, insanlık tarihinin kültürel köşe taşlarından birini oluşturan, sözlü ve yazılı dünyadaki yerine sığamamış bir yapıtın görsel ve sessel eksenlerdeki uzantılarına dayanıyor. Öncelikle giriş salonunda, birbirinden görkemli elyazmalarıyla karşılaşılıyor. Vatikan kaynaklı Arap yazmaları, Oxford’dan ve Manchester Üniversitesi kütüphanesinden gelen minyatürlü ciltler arasında, ne yazık ki tek Osmanlı ürünü parça olan, III. Mustafa mühürlü özel koleksiyon bir yazma, hat özellikleriyle parlıyor.

Müzenin her vitrininin karşısına geçildiğinde, ilgili masalı dinleme olanağı devreye sokulmuş, ses yayınını farklı dillerden takip edebiliyorsunuz. Bir bakıma, masal geleneğinin anlatma, söyleme özellikleriyle bağlantılı doğru bir seçim. Bunlara, Binbir Gece’nin şiirlerine eşlik eden rubabların, tarların kıymetli örnekleri ekleniyor.

Musiki bağlantılı uzantılar Doğu dünyasıyla sınırlanmıyor. Rimski-Korsakov’un Şehrazat balesi için bestesi 1888 tarihini taşıyor; Maurice Ravel’in Şehrazat versiyonu ise 1903 yılına ait. Binbir Gece’nin bale tarihinde de önemli bir yeri var: Diagilev’in 1910’da sahneye koymuş olduğu Şehrazat’ta Nijinski belleklerden silinmeyen bir performans ortaya koyuyor.

Serginin en zengin açılımı, ister istemez görsel eksende beliriyor. Bir tarihe kadar, minyatür sanatının çarpıcı örneklerinden aktörleri kişileştiriyoruz: Harun Reşid, Şehzaman, Şehrazat, Sinbad, masallarının bütün tiplemeleri. Bütün bu tiplemeler, peşpeşe dizildiklerinde önümüzde vaktinden önce gerçekleştirilmiş olan bir çizgi-roman doğar. Bir tarihten sonra, Batı dillerine çevrilmesiyle eş zamanlı olarak masalları gravürler, desenler, yağlıboya ve suluboya resimler süslemektedir. Sergideki zenginlik, içeriden ve dışarıdan bakıldığında, yerli ve yabancı dünyaların sanatçılarının yarattığa çeşitliliğe bağlanıyor.

Binbir Gece dünyasının egzotik yansımalarının en abartılı sonuçları, Batı sinemasının popüler sinema ürünlerinde görülmektedir. Buna bağlı olarak Amerikan sinemasının basmakalıp bir Doğu imgesinin girdabından kurtulamadığı görülmektedir.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

EDİRNE KASIRGASI

TEDİRGİNLİKTEN BASARI DOLU GUNLERE

OTURARAK VOLEYBOL NEREYE KOŞUYOR