BABA, OĞUL, YÜCE DEVLET HİKAYESİ
İstanbul’un Ümraniye’sinde üç çocuklu bir aile
varmış. Baba pazarcılık yaparak hem ailesini geçindirmeye çalışır hem de
çocuklarını okutmak için didinirmiş. Büyük ağabey ile bir küçük kız evlat
üniversiteyi kazanmışlar; ama burs başvuruları hiç kabul edilmediği için zorluk
içinde okullarına giderlermiş. Üstelik biri de şehir dışında… En küçükleri
ailenin durumunu anlarmış, ağabey ve ablası üniversite okudukları için onlara
karşı büyük bir saygı beslermiş. Eğitimlerini tamamlayamayacaklarından endişe duyduğu
için daha lisedeyken, bir gün babasının karşısına dikilmiş ve okulu bırakmak
istediğini söylemiş. Baba demiş Her şeyin farkındayım, nevalemiz için canını
dişine takıyorsun. Ağabeyimle ablamı da bu zamana kadar okutabildin, onlar da
bak nereleri kazandı! Bu gidişle ya
onların eğitimi yarım kalacak ya da ben sana destek olacağım ve okullarını
bitirecekler.
Baba çok etkilenmiş oğlunun duruşundan, o günden
sonra liseyi terk eden küçük oğluyla birlikte pazara çıkmışlar. Her gün başka
bir semtte pazar eylemişler, en küçük evladın babaya emek desteğiyle biraz
olsun rahatlamışlar. Yine de evlerinin elektrik, su, telefon ve diğer
faturalarının ödenemediği zamanlar olmuş; ama ağabey ve ablaya yardım hiç eksik
olmamış.
Baba ne yapacağını kara kara düşünür dururken, küçük
çocuk bir mektup bırakarak, pencereden atladığı gibi arkadaşlarıyla kaçıp
gitmiş. Yaşı henüz 17 bile değil… Sabah erkenden pazara gitmiş baba, evladını
uyandırmaya kıyamamış. Anne uyanıp mektubu gördüğünde ne yapacağını bilememiş,
eşini aramak istemiş, vazgeçmiş. Pazardan dönmesini beklemeli… diye düşünmüş,
kocasına telefonla anlatmanın doğru olmadığına, yüzyüze söylemenin daha iyi
olacağına karar vermiş. Baba eve yorgun argın döndüğünde her şeyi öğrenmiş,
oğlu telefonlara da cevap vermediği için hemen polise koşmuş. Karakolda
kayıtlar tutulmuş, baba eve yollanmış Gerisini biz hallederiz diye…
Eve dönen baba-masal bu ya- kardeşinin başına
gelenle sarsılmış bu kez. Kardeşi felç geçirdiği için hastaneye kaldırılmış.
Deli gibi kardeşinin yanına koşmuş, bir darbe de orada almış; çünkü kardeşi ne
konuşabiliyor ne de hareket edebiliyormuş.
İkinci gece refakatçiliği sürerken polis aramış
Oğlunu bulduk, karakola aldık, yarın sabah 07.00’de gel, al diye. Kardeşine
demiş ki, Bizim oğlan bulunmuş, gel al diyorlar. Git dersen gözünü kırp!
Kardeşi gözünü iki kere kırpınca, hemen otobüs bileti almaya koşmuş.
07.20’de karakola ulaşmış; ama oğlu yok! 20 dakika
geciktiği için çocuğu Fethiye’deki Çocuk Islah Evi’ne zamanında teslim
alınmadığı için götürmüşler. Baba 20 dakika boyunca karakolu arayıp durduğu
halde. Neyse, baba Fethiye otobüsünün kalkışına kadar uyumamak için çay içip
durmuş ve zamanı gelince yola çıkmış, sonunda saat 02.30’da Fethiye’ye varmış.
Oğlunu aramış bu sefer bulmuş.
-Oğlum neredesin?
-3.kattayım
baba, seni görüyorum.
-Tamam, nasıl gireyim içeri?
-08.00’den önce yasakmış baba…
O saate kadar babamız sahilde dolanmış durmuş, tam
vaktinde de yurdun kapısına gelmiş ve 3 saat süren işlemlerden sonra çocuğunu
alabilmiş. Cebinde kalan son parayı da yurda bağış yapmış. Baba-oğul İstanbul otobüsünün kalkışını beklerken,
ailelerinden banka havalesi ile para gönderilmesini beklemişler.
Çocuk sormuş Baba beni cezalandırmayacak mısın?
Baba da oğluna, Sen zaten çok üzüldün, boşver! diye
cevap vermiş. Küçük çocuk sarılmış babasına, ağlayarak öpmüş yüzünün her
yerini.
Otobüsle dönerlerken, Fethiye’den birkaç saat
uzaklıkta çocuk, babaya bir şey itiraf edeceğini söylemiş; meraklanmış baba,
Söyle oğlum!
-Karakolda pilav verdiler önüme. İçine sümkürdüler,
kül tablasını boca ettiler ve hepsini yedirdiler. Yemek istemeyince de
dövdüler…
İşte bu kez çok sinirlenmiş baba:
-Neden orada söylemedin?
-Söylesem katil olurdun…
Baba hala cebindeki son parayla yurda yaptığı
bağıştan çok çok pişman.
NOT: Bu hikaye, baba Ali Ayvalıtaş ve oğlu Gezi
Şehidi Mehmet Ayvalıtaş’ın başından geçmiştir.
ŞEBNEM
SÖNMEZ
Yorumlar
Yorum Gönder