CELAL RASİH GÜRSOY
·
ÖNCELİKLE BİRAZ KENDİNİZDEN BAHSEDEBİLİR MİSİNİZ?
1950
İstanbul-Arnavutköy doğumluyum. 1972 mezunu İnşaat Mühendisiyim. Evli, iki
çocuk babasıyım.
·
ON ALTI YAŞINIZDAKİ TÜRKİYE ŞAMPİYONLUĞUNDAN BAHSEDEBİLİR
MİSİNİZ?
Küreğe
başladığım 1966 yılında, uzun seneler kulüpten ayrı kalan Ahmet Yavaşoğlu
antrenör olarak geri dönmüştü. Yıldızlarda ve gençlerde birkaç yarış çektikten
sonra büyük sekiz tek ekibine dahil oldum ve uzun yıllardan sonra o sene takım
şampiyonu olduk.
·
SİZCE KÜREK SPORUNDA TAKIM OLMANIN ÖNEMİ NEDİR?
Belki ilk önemli
yarışlarımı sekiz tek teknesinde kazandığım içindir, ekip havasının insanları
nasıl etkilediğini ve kişinin bu motivasyonla performansının üstüne dahi
çıkabildiğine defalarca şahit oldum. Bu, sporcu arkadaşlar, antrenörler,
idareciler ve etraftaki (az sayıda bile olsa) taraftar gurubunun dahil olduğu
tarifi ve reçetesi olmayan bir “hep birliktelik” gücüdür.
·
SİZDEKİ JOKER OLMA KAREKTERİNİN ALTINDA GİZLİ OLAN NE?
Bu tamamıyla çok
çalışmanın getirdiği bir üstünlüktü. Yaz kış, hava şartları ne olursa olsun çok
ağır antrenmanlar yaptık. Sonunda iki yarışı arka arkaya çıkartabilecek
dayanıklılığa eriştik. İdareciler ve antrenörler bu farkı görünce rakibimiz
hangi tekne sınıfında kuvvetli bir ekip çıkartmaya çalışsa bizi o teknede
yarışa sürdüler. Biz kazandıkça kendimize olan güvenimiz artarken rakibin de
morali o kadar bozuldu.
·
1968 YILINDAKİ İSTANBUL ŞAMPİYONLUĞUNDAN BAHSEDEBİLİR MİSİNİZ?
O sene iki ezeli
rakip aynı sayıda birincilik aldılar, iki tek dümencili teknesinde hamlada
Mehmet Ayata, hamla sırtı ben ve dümende Hüseyin vardı. Rakibimizi geçtik ama
yarışın orta yerinde tekneler birbirine çok yaklaştığı için hakemler yarışı
geçersiz ilan ettiler. Gerçi yarışın neticesini etkileyecek kadar önemli bir
olay olmamıştı ve motor hakemi yarışı geçerli sayarak bitirmişti. Ancak masa hakemleri
ısrarla yarışın Pazartesi günü tekrar edilmesini istediler. O gece sanırım
kimse uyuyamadı. Pazartesi günü Galatasaray Adasında üyelerden oluşan küçük bir
taraftar topluluğu ile birlikte teknemizi motora yükledik ve Kartal’a gittik.
Rakibimiz de bir otobüs dolusu taraftarla gelmişti ve yarış boyunca denizden
bizim motordan ve kıyıdan rakip otobüsten gelen sesleri duyduk. Bu sefer yarışı
farklı alarak şampiyonluğu kazandık. Motor kıyıya geldiğinde motordakiler bir
avaza Galatasaray Denizcilik Marşını söylüyorlardı.
·
ÇOĞUNLUKLA İKİ TEK DÜMENCİLİ VE DÖRT TEK DÜMENCİLİ OLARAK
YARIŞIYORMUŞSUNUZ BU DURUM ZORLUK YARATMIYOR MUYDU?
Bunda bir zorluk
yaşamadım, kondüsyon olarak çok üst seviyedeydik. Asıl zorluğu çift ve tek
kürek değiştirmek gerektiğinde yaşamıştım:
68’de iki çifte yarışından çıkıp yarım saat sonraki sekiz tek yarışına
giriyordum, 69’da Avrupa Şampiyonasında dört tek dümencili yarışından çıkıp iki
çifte yarışına gidiyordum, ki burada Avrupa 12. oldum. 74 Dünya şampiyonasında
İsviçre-Luzern’de hamla sırtı sağ kürek çektim, bir hafta sonra
Avusturya-Villach’ta dört tekte soldan hamla çektim, o yarışta birinci
olmuştuk. Çift-tek kürek değiştirmek ve tek kürekte taraf değiştirmek zordu ama
bunlar Boğaz’da sandalda yetişmenin getirdiği avantajlardı.
·
1973 YILINDA CUMHURİYETİN 50.KURULUŞUNDA DÜZENLENEN ULUSLARARASI
YARIŞTAN BAHSEDEBİLİRMİSİNİZ
1973 Ankara yarışlarında antrenörümüz
Yugoslav Boraniç idi. Eski ekip arkadaşım Erdinç rakip takıma transfer olmuş ve
orada bir dört tek kurmuştu. O ekibin içine hamla sırtı olarak oturdum, Bulgar
ve Yugoslav ekiplerle çok ağır bir yarış çektik. Rakiplerimiz Dünya
Şampiyonasından gelmiş, çok formda ve final çekmiş takımlardı gene de
Yugoslavları geçtik. Dört tek yarışının hemen ardından daha nefes alamadan kulüpte
o sene beraber şampiyon olduğumuz ekip arkadaşım Refik Cin ve dümencimiz Yusuf
Oktar ile iki tek dümencili yarışına gittik. Mogan gölünün ağır suyu ve
Ankara’nın kuru havasında ikinci yarış (hele iki tek dümencili) pek mantıklı
bir seçim değildi ama etrafınızda birçok kişi inançla gözlerinizin içine bakıp,
ümitle sırtınızı sıvazlayınca böyle delilikler yapabiliyorsunuz. Dünya
Şampiyonasında final çeken Yugoslavlar birinci olurken, biz de Bulgarlarla kafa
kafaya yarıştık. O yarışın sonunda ciğerlerimden kan kokusu gelmişti. Uzun süre
gözlerim önüne bir karanlık çöktü ve yıldıza benzer ışıklar uçuştu. Yarışı
hakem motorunda takip eden Mogan antrenörü Danyal Çiper “her an düşeceksin diye
korktuk” demişti.
·
KAMİKAZE LAKABININ ÖYKÜSÜ NASILDI?
1969 Avrupa
Şampiyonası (aslında bütün dünyadan ekiplerin katıldığı) bizim için çok zor bir
denemeydi. Çünkü bir sene önce Meksiko Olimpiyatları yapılmış ve spor dünyası
yüksek irtifa dolayısıyla orada yaşanan zorluklardan esinlenerek yeni antrenman
metotları geliştirmişti ve bizim bunlardan haberimiz yoktu. Erdinç ile birlikte
iki çifte olarak milli takıma seçilmiş ve Mogan gölünde antrenmanlara
başlamıştık. Antrenörümüz Boraniç herkesi şaşırtarak dört tek ekibini bozup
bizi oturttu ve antrenmanlarda dört teke ağırlık verdi. Yarışa gittiğimizde
önce dört tek elemesine sonra iki çifte elemesine, ertesi gün gene aynı şeklide
ikinci elemelere gidip gelmeye başladık. Erdinç ile birlikte durmadan suya
tekne taşıdığımızı gören çevredeki sporcu ve antrenörler “kamikazeler suya gidiyor”
diye laf atmaya başladılar. Üçüncü gün artık kamikaze olarak tanınmıştık ama en
azından Avrupa 12. olduk.
·
ZAMANINDA KULLANDIĞINIZ
TEKNELERLE RAKİPLERİN KULLANDIKLARI ARASINDA FARK NEYDİ?
Bu konu uzun
yıllar idarecilerin ve federasyonun ayıbı olarak yaşandı ve yük hep bizim
sırtımızdaydı. Hele 1971 Kopenhag’da yaşadıklarımız unutulmaz. Federasyon o
mesafeye otobüsün üstüne tekne yükleyip götüremeyeceğini görünce İtalyan
Donoratico firmasından ucuz bir kullanılmış tekne kiraladı. Teknenin omurgası
çarpıktı, önce anlamadık, iki gün uğraştık, hatta aynı yerde konaklayan Polonya
takımının 2 olimpiyat madalyalı antrenörü Kocerka bile yardımcı olmaya çalıştı.
O tekneyle yarıştık. 1969’da Avrupa 12. olduğumuz tekne eski bir İtalyan
tekneydi, kürekler Cahit Usta yapımı ahşap küreklerdi.
·
YURT DIŞI MACERANIZDAN BİRAZ BAHSEDEBİLİR MİSİNİZ?
1979 yılında
antrenör geliştirme kursu için Türkiye’ye davet edilen Alman antrenör Volker
Nolte dönünce Alman Kürek Federasyonuna sekiz tek antrene edebilen bir antrenör
olarak adımı tavsiye etmiş. Bir sene önce 17-18 yaşındaki gençlerden kurulu
ekibim Türkiye Kürek Şampiyonasında sekiz tek yarışını kazanmıştı. O sene
Frankfurter Germania 1869 kulübü sekiz tek yetiştirebilecek antrenör arayınca
Alman federasyonu beni tavsiye etmiş. Davet ettiler ve 84 olimpiyatlarına kadar
anlaşma imzaladım. Orada kurduğum sekiz tekler bir ekol oluşturdu, Frankfurter
Germania 1869 kulübü bu gün benim yetiştirdiğim antrenörlerle şampiyon sekiz
tek ekipleri çıkartmaya devam ediyor.
·
HERHALDE TESİSLER ARASINDA DA BÜYÜK BİR FARK VARDI?
Kulübün
bütçesinden, tekne parkına, kayıkhaneden idare anlayışına kadar o kadar büyük
farklar vardı ki uzun süre kültür şokları yaşadım. Her şeyden önce kulübün
kendine ait bir kapalı kürek havuzu vardı. O yıllar için bu Almanya’da bile
büyük bir lükstü. Biz antrenmandan sonra sıcak duş yapacak su bulamazken
onların özel sunaları vardı. O günlerde “biz Alman’ları geçseydik çok ayıp
olurmuş” diye düşündüğümü hatırlıyorum…
·
GALATASARAY RUHUNDAN BAHSEDEBİLİR MİSİNİZ?
Bunu ancak
sporcu veya taraftar olarak yaşayanlar bilebilir. Tarif etmek ve dışarıdan
birisine bu ruhu anlatmak zordur. Bu ruha sahipseniz başkalarının anlayamadığı
fedakarlıklar yapabilir, takımınızın renklerini kendi egonuzdan daha önde
tutabilir ve hizmet istendiğinde kayıtsız şartsız kendinizi öne atarsınız.
·
ALİ SAMİYEN STADINI KIŞIN ANTREMAN İÇİN DÜZENLEMİŞSİNİZ?
O sene Hasnun
Galip’teki bina yanmış, Galatasaray Lisesindeki salon da kullanılamaz halde
idi. Tek çare bize ait olan stada gidip elimizden geldiği kadar çalışılabilir
mekanlar yaratmaktı. Şube Kaptanımız Ali Ruhi Alemdar’ın çabaları ile
malzemeleri tedarik ettik ve pisti aydınlattık, atletizm takımı ile beraber
çalışmaya başladık. O yıllarda idare heyeti de statta toplanıyorlardı, onlar
bile bu işe şaşırmışlardı.
·
BU ARADA BAZI SAĞLIK SORUNLARI YAŞAMIŞSINIZ?
Çok önemli
değildi…
·
MOGAN GÖLÜ İLE BOĞAZ’IN KÜREKÇİLER İÇİN FARKI VAR MI?
Öncelikle tuzlu
su ve tatlı su farkı vardı ama bizi en çok zorlayan havanın kuruluğu olmuştu.
Ancak bir iyi taraf gölün boğaza göre çok durgun, akıntısız olmasıydı. Rüzgar
bile olsa dalgalar paralel oluşuyordu ve boğazdaki gibi saldırgan değildi.
·
ÜLKEMİZDE KÜREK SPORUNA OLAN BAKIŞ AÇISI NEDİR?
Ülkemizde spora
bakış, medya tarafından yönlendiriliyor. Onlar da sadece raytingi düşünüyor.
Ancak bir şampiyona olunca medyada iki satır yer buluyor, uluslar arası
haberler bile çok etkili olmuyor, daha çok iki ezeli rakip arasındaki atışmalar
gazetelerde yer buluyor. Acı ama gerçek… Bize amatör spor aşığı cesur
gazeteciler lazım.
·
GEÇİLMEZ ARMADA İSMİNİ NASIL ALDIĞINIZI VARSA BİR ANININIZI
ANLATABİLİRMİSİNİZ?
Geçilmez Armada
adı ilk olarak 50’li yıllarda Ahmet Yavaşoğlu ve ekibine verilmişti. Uzun
seneler boyunca geçilmeden birinci olmuşlardı. Bizim Erdinç Karaer- Ahmet
Şenkal- Mehmet Ayata ve benden kurulu ekibimiz de kurulduğu günden itibaren
hiçbir yarışta geçilmedi. Hatta Beykoz’da yapılan bir yarışta Ahmet Şenkal’ın
küreği birkaç kez aydan çıkıp, tekrar takılarak yarışı gene de kazanmamız
sonunda rakip takım idarecisinin “adamlar üç kişi kürek çekiyor, gene de
geçemiyorsunuz” diye yorumlamasına sebep olmuştu.
·
KÜREK SPORUNDA BAŞARIYI GETİREN EN ÖNEMLİ HUSUSLAR NELERDİR?
Kürek karmaşık
bir spordur. Her branşta olduğu gibi önce yetenek gerekir, sonra fiziksel
dayanıklılık antrenmanlarını kaldırabilecek bir fizik yapı, bunlara ilave
olarak da zor anlarda dişini sıkabilecek bir irade gücü mutlaka olması
gerekenler arasındadır. Tabii iyi bir antrenör, ekibin önünü açan bir yönetim
ve düzgün malzemeler de gerekenler arasındadır.
·
ŞAMPİYONLUK KUTLAMALARINI NASIL YAPARDINIZ?
Bizim
zamanımızda şampiyon ekip hemen milli takım kampına alındığı için öyle müthiş
bir kutlama hatırlamıyorum. Ancak 1967 yılındaki ezici şampiyonluğumuz
(gazeteler “silindir gibi ezdiler” diye yazmıştı) sonunda Metin Oktay,
ekibimize üstünde adının yazdığı birer dolma kalem hediye etmişti, unutulmaz…
Yorumlar
Yorum Gönder