ANAVATANLARINDAN ÖLÜME SÜRGÜN EDİLENLER




Kafkasya ve Kırım yüzyıllar boyunca üç büyük imparatorluğun; Safevi, Osmanlı ve Rus İmparatorluklarının etkin olmak istedikleri bir coğrafyaydı. Ancak bu güç ve etkinlik mücadelesinde esas olarak bölgenin kaderini belirleyen, birçok halkın da sürülmesine ve göçe zorlanmasına neden olan, 16.yüzyılla 20.yüzyıl arasında Osmanlı İmparatorluğu ve Rus İmparatorluğu arasındaki savaşlardır. Bu savaşlar sırasında Kafkasya giderek önem kazanmıştır. Özellikle Osmanlıların etkinliğini yitirmeye başladığı 1768-1774 Savaşı’ndan sonra Rusya, elde ettiği toprakları muhafaza için düşman, yabancı unsur ve Osmanlı dostu olarak gördüğü bölge halklarına yönelik ayrımcı bir politika izlemiştir. Bunun sonucunda milyonlarca insan kendi topraklarından sürülmüş, yüzlerce veya binlerce kilometre uzağa yerleştirilmiş ya da yaşadıkları toprakları terk etmeye zorlanarak Osmanlı İmparatorluğu’na göç etmek zorunda bırakılmışlardır.

1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile başlayan Kırım’ın Osmanlı İmparatorluğu’nun himayesinden çıkması, ardından 1783’te Ruslar tarafından işgali ve bunun sonucunda Kırım Tatarlarının topraksızlaştırılmasının neden olduğu yoksullaşma, 1860’lara kadar on binlerce Kırım Tatarının Osmanlı Devleti’ne göç etmesine neden olmuştur. Kırım Tatarlarını göçe zorlayan nedenlerin benzerleri Kuzey Kafkasya’da da yaratılmış, Ruslar ele geçirdikleri bölgelerdeki tehlikeli unsurları diğer halklarla dayanışma içine girmemeleri için ülkenin iç bölgelerine sürmüş, yerlerine Kırım’da olduğu gibi, güvenilir unsurların, yani öncelikle Rusların yerleştirilmesini sağlamıştır.

Benzer şekilde, 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşı döneminde Ruslara karşı Çerkesler ve Osmanlı İmparatorluğu arasında başlayan ittifak, 1862’den itibaren çeşitli Çerkes grupları üzerinde Rus baskısının artmasına, ardından da Çerkesya topraklarının  Çerkeslerden arındırılmasına neden olmuştur. 1863-64 yıllarında sayıları  yüz binlerle ifade edilebilecek çeşitli Çerkes grupları(Adige, Abaza, vb.) Osmanlı İmparatorluğu’na göç etmek zorunda kalmıştır.

Ruslara karşı diğer Kafkas halklarının yanında yer alan Karaçayların bir kısmı da 1800’lü yılların ilk çeyreğinden itibaren Rus ordularının saldırılarından kaçmak için Osmanlı İmparatorluğu’na göç etmişlerdir. Ancak, Karaçay ve Balkarların esas göçü Rusların baskısının artması nedeniyle 1885-86 yıllarında gerçekleşmiştir. Aynı kaderi paylaşan Çeçenlerin ve İnguşların bir kısmı ise 1859’da Şeyh Şamil’in yenilgisinin ardından Osmanlı topraklarına göç etmiştir.

Kırım ve Kafkasya, sadece Rus İmparatorluğu döneminde değil, Sovyetler Birliği döneminde de, özellikle 2.Dünya Savaşı boyunca birçok halkın top yekün sürgününe tanıklık etmiştir. Stalin’in iktidarı döneminde üç milyondan fazla insan kendi topraklarından Sibirya ve Orta Asya’ya sürülmüştür. 2.Dünya Savaşı yılları bu sürgünlerin doruk noktasına ulaştığı, rejim düşmanı olarak tanımlanan, özellikle stratejik bölgelerde ve sınır bölgelerinde yaşayan unsurların temizlendiği yıllar olmuştur.

Kırım ve Kafkasya’dan sürülen halkların sürgün nedenlerine ilişkin görüşler arasında, Stalin’in Türkiye üzerindeki Sovyet etkisini güçlendirerek Boğazlar’ı kontrol altında tutmak ve buna bağlı olarak da Türkiye sınırının yakınında herhangi bir Türk/Türk dilli/Müslüman unsuru bırakmayarak sınır güvenliğini arttırmak istediği görüşü başta gelmektedir. İleri sürülen bir başka görüş ise Stalin’in kendi iktidarının hataları yüzünden milyonlarca insanın ölümünden dolayı suçlanma endişesiyle, sorumluluğu düşmanla işbirliği yaptığını iddia ettiği mazlum halklara yüklediğidir.

2.Dünya Savaşı süresince, sürgüne tabi tutulanlar aç, susuz, havasız, yüzlerce insanın üst üste doldurulduğu hayvan vagonlarında günlerce yolculuk etmek, olumsuz koşullara, açlık ve susuzluğa dayanamayarak ölenlerin cesetleriyle uzun süre birlikte olmak ve tuvalet gereksinimlerini vagonlarda gidermek zorunda bırakılmışlardır. Sürgün yolculuğu boyunca trenler çok az yerde durmuş, durulan yerlerde de kendilerine tanınan kısıtlı süre içinde ancak kaybettikleri yakınlarının cesetlerini hiçbir dini gereği yerine getiremeden bırakmak zorunda kalmışlardır. Sürgün sırasında ve hemen sonrasındaki ölüm oranları bazı halklarda %50’ye kadar çıkmıştır.

2.Dünya Savaşı sürgünlerinin hemen ardından bu halklara ait olan özerk cumhuriyetler Sovyet rejimi tarafından lağvedilmiştir. Bunlar arasında sadece Ahıska Türklerinin durumu bir farklılık göstermektedir. Zira kendilerine ait özerk bir idari birimleri hiçbir zaman olmamıştır. Stalin’in Kuzey Kafkas ve Kırım halklarına yönelttiği Almanlarla işbirliği suçlaması, aslında Sovyetler Birliği’nin işgal altındaki bölgelerinde yaşayan halkların hemen tümüne yöneltilebilir.

Sürülen halklar sürüldükleri yerlerde, rejim tarafından resmi olarak tanınan halkların sahip olduğu her türlü haktan mahrum bırakılmışlardır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

EDİRNE KASIRGASI

TEDİRGİNLİKTEN BASARI DOLU GUNLERE

OTURARAK VOLEYBOL NEREYE KOŞUYOR