GEZİPARKI - KİTLELERİN EVİ




Taksim Meydanı 18.yüzyıla kadar büyük bir boşluktu; içinde patikası bile olmayan geniş bir kırlıktı. Artan nüfusun su ihtiyacını karşılamak için bu geniş alanda 1731’de bir maksem inşa edildi. Taksim, ismini de işte bu yapıdan aldı. Maksem bugün, meydanda gözler önünde olsa da görmezden gelinir. Çoğu İstanbullu onun farkında bile değildir. Kışla bugünkü Gezi Parkı’nın bulunduğu alandaydı. Atatürk Kültür Merkezi’nin bulunduğu kısımda da üç katlı, cephesi sarmaşıklı bir bina ve ahırlar yer almaktaydı. Kışlanın karşısındaki boşluk ise askerlerin talim yeriydi-ki sonradan Talimhane adıyla anılan bir semte dönüştü.

Topçu Kışlası 1920’li ve 30’lu yıllarda boşalmış, avlusu futbol sahası olarak kullanılmıştı. Bu yıllarda Taksim Meydanı, ulusal bayramlarda gerçekleştirilecek geçit resmi ve törenler için tasarlandı. İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica’ya yaptırılan Taksim Cumhuriyet Anıtı, 8 Ağustos 1928’de meydana yerleştirildi. Ama asıl büyük değişim İstanbul valisi ve belediye başkanı Lütfi Kırdar’ın imar hamleleri sırasında yaşandı. Topçu Kışlası 1940’ta yıkılarak ortadan kaldırıldı. İstanbul Belediyesi’nde 1942’den 1952’ye kadar müşavir ve Henri Prost’un yardımcısı olarak görev yapan Aron Angel’in anlatımına göre, kışla ortadan kaldırılmadan önce harabe halindeydi; onarım imkanı yoktu. Kışlanın yerine bugünkü Gezi Parkı kuruldu. O günün son derece sınırlı mali imkanları ile çok güzel tanzim edilmiş; ağaçlar, yeşillikler ve çiçeklerle bezenmişti. Mermer parmaklıklı mermer merdivenler, Boğaziçi’ne bakan oturma mekanları, sağlam ve zarif banklar, bakımlı çim sahaları Gezi’yi cazibe merkezi yapmış; halkın sık gelip dolaştığı ir yer haline gelmişti. Gezi Parkı’yla birlikte yeniden düzenlenen meydan Cumhuriyetin ve giderek İstanbul’un simgesi haline geldi.

Gezi’nin devamında bir ucu Spor Sergi Sarayı, Açıkhava Tiyatrosu, bir ucu Dolmabahçe Stadı olan geniş bir alan bulunuyordu. Bu bölgenin park olarak planlanması demek Gezi’nin Harbiye’ye kadar uzanması demekti. Öyle de oldu. Taksim’den Nişantaşı’na, oradan da Taşlık’a ve Dolmabahçe’ye kadar uzanan bir park oluşturuldu. Ağaçları hazır alınıp dikildi. Bu alanın Gezi Parkı ile bağlantısını kurmak için de aradaki caddeye küçük bir köprü inşa edildi. Bu köprü için Aron Angel şunları söylüyor: Herkes o köprü neden bu kadar yuvarlak diye sorar. Divan Oteli’nin önünden gelin bakın. O köprü Çamlıca’yı çerçeve içine alıyor ve bunu düşünerek biz o köprüyü yuvarlak yaptık.

Bu köprüden geçildiğinde hemen sağda, Taşkışla’nın karşısında Fransız Pasteur Hastanesi ve bir şapel bulunuyordu. II.Abdülhamid’in bağışladığı arsa üzerine 1896 yılında yapılan hastane ve kilise bir yüzyıl kullanıldı. 1991’de faaliyetine son verildi ve Fransız Konsolosluğu tarafından Tekfen Grubu’na satıldı.

Gezi’nin devamındaki 2 No’lu Park’ın canına okuyan asıl yapılaşma ise çok daha önce gerçekleşmişti. İstanbul için büyük hamleler tasarlayan Adnan Menderes döneminde. Aron Angel anlatıyor: Vali Fahrettin Kerim Gökay bir gün bana telefon etti, perşembe günü  Beyoğlu’nda bir otel mevzuu için Ankara’dan bir heyet gelecek dedi. Biliyorsunuz Beyoğlu o zaman Beşiktaş’tan Sarıyer’e kadar uzanıyor. Beyoğlu’nun neresinde? dedim. Akşamüzeri telefon etti ve 2 numaralı parkın içinde dedi. Kusura bakmayın beyefendi. Ben bunu imzalayamam dedim. Biz buraya bir yeşil alan yaptık ve ne kadar uğraştık harp zamanında buraları istimlak edebilmek için. Sonra anlaşılıyor ki Amerikalılarla görüşülmüş ve Hilton Oteli için çoktan bir avan  proje hazırlanmış. O gece oturdum düşündüm ve ertesi sabah önüne istifamı koydum. Hatta şöyle bir cümle kullanarak ayrıldım: Şahsi menfaatlerin revaçta olduğu bir müessesede çalışmaktan utanç duyuyorum. Sonunda Emekli Sandığı’nın yaptırdığı bina tamamlandı ve 1955 yılında Hilton Oteli debdebeli bir törenle açıldı.

Böylece Gezi Parkı’nın, 2 No’lu Park üzerinden Nişantaşı ve Dolmabahçe’ye uzanan bağlantısı koptu. Prost’un düşü ortadan kaldırılmıştı. Sıra Gezi Parkı’na gelmişti. Yine İstanbul’un otel ihtiyacı öne sürüldü ve 1972 yılında Gezi Parkı’nın Taşkışla’ya bakan ucunda bir gökdelen inşaatı başladı. 1975 yılında Sheraton Oteli olarak hizmet vermeye başlayan bu binanın kurulduğu alanın hikayesi ise çok çarpıcıydı. Burada İstanbul’un en güzel mekanlarından biri, Taksim Bahçesi bulunuyordu. Topçu Kışlası’ndan önce burada geniş bir çayırlık içinde Ermeni Mezarlığı ve devamında servi ağaçlarının yükseldiği büyük bir Müslüman Mezarlığı vardı. Boğaz ve Haliç manzaralı bu çayırlıkta ayrıca, padişahlara ait bahçelere bakmakla görevli bir grup bostancı bir kahvehane işletiyordu. Buranın Pera halkının gezinti ve eğlence ihtiyacını karşılayacak şekilde planlanması düşünüldü. Mezarlık tümden kaldırılamadığı için hazırlanan projeler uygulanamadı. Ancak 1870’te İngiliz üslubunda bir bahçe inşa edildi. Bahçenin girişi bugünkü Cumhuriyet Caddesi tarafındandı. Girişin solunda bir havuz ve onun arkasında set üzerinde ahşap bir gazino, tam karşıda iki katlı ahşap bir büfe, yine ahşaptan orkestra yeri ve ileride solda manzaraya bakan teraslarıyla başka bir gazino bulunuyordu. Bahçe aynı zamanda eski Bellevue kahvesini de(Bugünkü Atatürk Kütüphanesi’nin bulunduğu yer) içine alıyordu. Bahçe sık ağaçlı yeşil alanlarla çevriliydi ve bu alanlar gezinti yollarıyla birbirlerine bağlanmıştı. Bu Avrupai bahçe I.Dünya Savaşı ve sonrasında kaderine terk edildi. Bahçe bakımsızlıktan kurudu. 1939 düzenlemesinde Taksim Bahçesi, modernist bir anlayışla yeniden düzenlendi. Topçu Kışlası yıkılıp parka dönüştürülürken, Taksim Bahçesi’ne de ağaçlar dikildi, yollar yenilendi. Harap vaziyetteki ahşap binalar da kaldırıldı; eski gazinonun yerine Taksim Belediye Gazinosu yapıldı. Bu düzenlemeyle 1939’da açılan Belediye Bahçesi İstanbul’un en gözde ve güzel mekanlarından biri oldu. Taksim Belediye Gazinosu ise düğünlerin, resmi toplantıların, Cumhuriyet balolarının yapıldığı seçkin bir mekan olarak kullanıldı. Gazino 1960’ların ortalarında kapandı, sonra da yıkıldı ve bahçesiyle birlikte sözü edilen otel binasına feda edildi. Öte tarafta Taksim Meydanı’nın Boğaz’a bakan kısmında, Prost’un seyir terası olarak tasarladığı, zamanında barok bir konağın bulunduğu alanda ise bir başka otel, bugünkü The Marmara yükselmişti.

Öte yandan Taksim Meydanı, kentin nüfus artışına bağlı olarak bir sorunlar yumağı haline geldi. İstanbul trafiğinin en önemli düğüm noktalarından biri olarak, günün her saati içinden çıkılamaz bir keşmekeşi yaşamaya başladı. 1987’de Mimar Erhan İşözen koordinatörlüğünde Taksim Meydanı Kentsel Tasarım Proje yarışması düzenlendi. Kazanan proje meydanı trafikten arındırmayı, meydanın görünümlerini bozan öğeleri ayıklamayı, sanatsal nesnelerle zenginleştirmeyi ve önemli bir odak haline getirmeyi tasarlıyordu. Bu proje hiç dikkate alınmadı. Ömrünü İstanbul’a adayan Mimar Erhan İşözen O proje uygulansaydı Gezi Parkı’na dokunulması mümkün olmazdı diyor.    

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

EDİRNE KASIRGASI

TEDİRGİNLİKTEN BASARI DOLU GUNLERE

OTURARAK VOLEYBOL NEREYE KOŞUYOR