KÜLLER KÜLLERE TARİH YELLERE
İstanbul bir ahşap yapılar şehriydi. Daha doğrusu
ahşap bir şehirdi. Genellikle büyük depremler sonrasında yavaş yavaş kagir
yapılar yerine ahşap yapılar tercih edilmeye başlanmış. Muhtemelen Bizans
devrinde ve sonrasında Osmanlı devrinde, şehirdeki konutların çoğu ahşapmış. Bu
giderek Osmanlı inanç ve kültürünün de desteklediği bir malzeme olarak
düşünüldü. İstanbul’da hepsi birbirinden etkileyici muhteşem ahşap saraylar
inşa edildi. Ama bir doğal felakete karşı gelişen bu mimari, özellikle kış
aylarında başa bir felakete sebep oldu. Her büyük yangın, evleri, mahalleleri
hatta semtleri yuttu. Bunların listesi bile çok uzundur. Kentin her köşesinde
bir büyük yangının izi vardır. Yangın hem evleri hem de içlerindeki eşyaları,
kitapları, kumaşları, belgeleri ve bilgiyi de sonsuza kadar dünyadan siler. Bu
feci olaylarda hayatını kaybeden inanların sayısını bilmek güç. Belki de dünyanın
en çok yangın geçiren şehrinde, yine de ciddi bir yangın söndürme çabası olmaz.
Tabii yangınlar çoğu zaman kaza ve dikkatsizlik sonucu çıkmış, bazen bunlara
bir de ihmal eklenmiş. Yangın, halkın dikkatini başka konulardan uzaklaştırır,
bir devlet adamının adını kötüye çıkarıverirdi. Osmanlı tarihi boyunca bazı
devlet adamları, yönetimlerinde yangın çıkan uğursuz adamlar olarak anıldılar. 1930-1940’lardan
sonra yapı malzemesi de gelenekleri de değişince, ahşap şehirden geriye
kırıntılar kaldı. Bugün ahşap mimarimiz diye bildiğimiz yapıların neredeyse
tamamı 19.yüzyılın ikinci yarısından kalan yapılardır. Bunlar büyük ahşap
geçmişimizin hayalle karışık son hatıralarıdır.
Bazıları bir semt kadar büyük olan saraylar ve
konakların yangınları kentin hafızasında yer etmiştir. Son yüzyılda yanan bazı
yapıları hatırladıkça, kaybettiklerimizin boyutları ürkütücüdür. Muhteşem ahşap
yapıların yangınları çok etkileyici bir manzara oluşturur. Topkapı Sahil
Sarayı’nın yanması İstanbul kadar Avrupa’yı da etkilemiş, hatta Beyoğlu’nda
elçiliklerden birinin terasından yapılan resmi, dönemin İngiliz gazetelerinde basılmıştı. Saray arazisinde günlerce kıymetli
eşyaların hatıraları toplanmıştı. Sultan Abdülaziz’in zamanında yanan Çırağan
Sarayı çok büyük masraflara malolmuş, ama o da 6 Ocak 1910’da yanarak bir
harabeye dönmüştür.
Bir diğer büyük saray yangını ise Bab-ı Ali denilen
sadrazam sarayının başına gelmiştir. Bu yapı 19.yüzyıl boyunca dört büyük
yangın geçirmiş, ardından hemen yeniden onarılmış ama 1911’de çıkan yangın
nereyse 200 metrelik bir cephesi olan sarayın orta bölümünü yok etmiştir.
Cumhuriyet dönemindeki tarihi eser yangınları serisi
3 Aralık 1933 tarihindeki Adliye yangını ile başlar. Hemen Ayasofya’nın
önündeki bu dev bina tamamen yanmıştı. 1850 dolaylarında inşa edilen ve
Darulfünun olması düşünülen yapı, birçok farklı kullanımdan sonra Adliye iken
yanmış ve enkazı kaldırılmıştır.
Yakın tarihteki en büyük felaketlerden biri 1986’da
yaşanmış ve Boğaz’ın en güzel saraylarından biri olan Adile Sultan Sarayı, Kandilli
Kız Lisesi yatakhanesi olarak kullanılırken yanarak yok olmuştur. Sultan II.Mahmut’un sevgili kızı, Sultan
Abdülmecid’in biricik kız kardeşi, Sultan Abdülaziz’in ablası, Sultan
II.Abdülhamid’in halası olan Adile Sultan’ın adını taşıyan üç saraydan en
büyüğü Kandilli’de olanmış. Özellikle oval sofrası ile planı da ilginç olan bu
saray, 1912’den itibaren kız okulu olarak kullanılmaya başlanmış. Kandilli Kız
Lisesi iken yanmıştır. Hanedanın sevilen, saygın bir prensesi için yaptırılan
bir büyük konutun yüzlerce öğrencinin kullandığı bir okula çevrilmesi, benzer
bir çok yapıda olduğu gibi burada da sıkıntılara sebep olmuş ve yangın
sonrasında harabeye dönen saray bir süre Boğaz sırtlarında üzücü bir hatıra
olarak kalmıştır.
1990’ların en büyük yangını ise Yeniköy’deki Sait
Halim Paşa Yalısı’nda çıkmıştı. Aslında bir sahil sarayı olan yapı 18.yüzyıldan
beri sahiplerine yaramamış ve türlü felaketlere uğrayan sahipleri sürekli
olarak değişmiştir. Yapı en sonunda Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın torunları tarafından
satın alınmıştır. Kısmen genişletilip yenilenen yapı, aynı aileden Sait Halim
Paşa’nın ismi ile anılmaktadır.
Sonrasında Tophane’deki meşhur Kadirihane 2 Nisan
1997 gecesi yanmıştır. Şehrin en önemli tekkelerinden biriydi. Mescit
tevhidhanesi cami olarak kullanılıyordu ama hem çok ilginç mimari detayları hem
de mefruşatı ile yok oldu. Bu sıralarda gazete ve dergilerde başka tekkelerin
de yanabileceği konuşulurken, 6 Mayıs 1997’de Yenikapı Mevlevihanesi yandı.
2000’li yılların başında çok konuşulan bir yangın
ise, Ortaköy’deki Fehime Sultan Yalısı yangınıdır. Osmanlı döneminin sonlarında
Beşiktaş’tan Kuruçeşme’ye kadar kıyılar hanedan sarayları ile dolmuştur.
Bunların çoğu eğitim amaçlı kullanılan yapılar olmuştur. Bunlardan biri Fehime
Sultan Yalısı olarak bilinen Gazi Osman Paşa İlkokulu’ydu. Okul gibi yoğun bir
kullanımdan sonra 2002 yılında çıkan yangın yapının üst katını tahrip etmiş ve
geriye kalan kalıntılardan korunabilecek bir aksamı saklamak yerine enkaz adli
bir yapı molozu gibi hemen kaldırılmış
ve arazisi otoparka dönüşmüştü.
28 Kasım 2010 tarihinde tüm İstanbulluların gözleri
önünde başka bir yapı yandı. Kentin simgelerinden biri Haydarpaşa Garı.
19.yüzyıl sonlarının en önemli projelerinden biri olan ve başkenti Ortadoğu
topraklarına bağlayan demiryolunun son noktası olan yapı, sonraları da
Anadolu’nun İstanbul’a açılan kapısı olmuştu. Yapı tarihi boyunca birçok
felaket yaşadı. Bunlar uzun bir hikaye. Son yangın ise tam da restore edilip
kurtarılacağı sırada oldu. Güpegündüz saat 15.30 civarı çatıda yine restorasyon
ile ilgili çalışmalarda çıkan yangın yapının büyük zarar görmesine neden oldu.
19 Şubat 2011’de ise yine bir hükümdar yapısı, Beyazıt Camii Hünkar Kasrı
yandı. Beyazıt Camii, 1506 civarında inşa edilmiş; 19.yüzyılda ise camiye ahşap
bir bölüm halinde kasır eklenmişti. Restorasyon için hazırlık yapılırken yapıda
yangın çıktı ve kasır büyük ölçüde tahrip oldu.
Yorumlar
Yorum Gönder